Faslü’l-makâl fîmâ beyne’l-hikme ve’ş-şeri’a minel-ittisâl
İbn Rüşd’ün (ö. 595/1198) dinle felsefeyi uzlaştırmak amacıyla kaleme aldığı eseri.
Tam adı kaynaklarda farklı biçimlerde geçmektedir. Müller ve Albert Nasrî Nâdir’in kaydettikleri gibi Escurial Library’deki yazmanın başında eserin adı Kitâbü Fasli’l-makal ve takrim mâ beyne’ş-şeri’a ve’l-hikme minel-ittisâl şeklindedir.
Bibliotheque Nationale nüshasında ise herhangi bir isme rastlanmamaktadır.
İbn Ebû Usaybia’nın zikrettiği Faslü’l-makâl fîmâ beyne’l-hikme ve’ş-şeri’a minel-ittisâl adı ise daha sonra gelen yazarlar tarafından hemen hemen aynen kullanılmıştır. Nitekim Ernest Renan’la Faslü’l-makâl’ın en son tenkitli neşrini yapan Muhammed Amâre bu okunuşu esas almışlardır. Anawati ise eserin adını küçük bir değişiklikle Faslü’l-makâl fîmâ beyne’ş-şeri’a ve’l-hikme mine’l-ittisal olarak kaydetmiştir. Ancak bizzat İbn Rüşd kitabının ismini Faslü’l-makâl fî muvafakati’l-hikme li’ş-şerîa diye zikretmektedir. Takıyyüddin İbn Teymiyye bu eserin adını Tahrirü’l-makal fî takriri mâ beyne’ş-şerî’a vel-hikme ü’l-ittisâl şeklinde kaydetmektedir.
İbn Rüşd Faslü’l-makal'ın başında eseri yazmaktaki asıl amacının, felsefe ve mantık gibi yabancı kökenli düşünce disiplinlerinin İslâm dini (şeriat) açısından meşruiyetinin tesbit edilmesi olduğunu belirtir.
Filozof, bu konuda sağlıklı bir karara varabilmek için öncelikle felsefenin temel gayesinin belirlenmesi gerektiğini söyler. Ona göre felsefenin amacı, varlık üzerinde esaslı araştırmalarda bulunarak son tahlilde var olan her şeyi Allah’ın mevcudiyetine delâleti bakımından değerlendirmektir. Şeriat varlığı araştırıp incelemeyi teşvik ettiği için felsefenin (ontoloji) şer’î bakımdan mendup veya vacip sayılması gerekir. Burada İbn Rüşd’ün, Kur’ân-ı Kerim’de yer alan ve “ibret alma, değerlendirme” anlamına gelen itibâr ile “bakma, görme ve bilme, düşünme” anlamlarına gelen nazar terimlerini çıkış noktası olarak aldığı görülmektedir. Buna göre şeriat insanları, var olanları ya akıl yoluyla veya hem akli hem de şer’î yolla değerlendirmeye (nazar ve itibâr) davet etmektedir. Bu ise mantıktaki kıyas veya kıyas vasıtasıyla elde edilen bilgilerden başka bir şey değildir. Şu halde şeriatın öngördüğü değerlendirme mantıkta “burhan” adı verilen şeydir. Bu sebeple şeriatın mantıkta söz konusu edilen burhanı teşvik ettiğini söylemek şeriatın ruhuna aykırı Olmaz.
Faslü’l-makâl’de İbn Rüşd. böyle bir istidlalin şeriata aykırı olduğunu söyleyen ulemâya, fakihlerin Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan “tefakkuh” teriminden fıkhî kıyası anladıkları gibi arif kişinin de (filozof) “i’tibâr” teriminden aklî kıyası anlayabileceğini belirterek cevap vereceğini söyler. Hz. Peygamber devrinde bulunmadığı için aklî kıyasın bid’at olduğu söylenebilir. Ancak onun döneminde fıkhî kıyas da yoktu, fakat kimse bunun bid’at olduğunu iddia etmemektedir.
İbn Rüşd, ayrıca İslâm dünyasında sıkça tartışılan, özellikle de Kindî tarafından önemle ele alınıp vurgulanan “bizden (müslüman) olmayanların” kurup geliştirdikleri bilim ve düşüncenin müslümanlar tarafından alınıp alınmayacağı konusunu aydınlığa kavuşturmak ister. Kindî’yi takip eden İbn Rüşd’e göre de bilgide devamlılık esastır; sonra gelenler öncekilerin bilgisinden faydalanırlar. İnsanlığın ortak malı olan ilmî birikimden faydalanıp onu geliştirmek tabii ve tarihî bir zarurettir.
Müslüman olmayanların geliştirdikleri bilimlere eklektik bir tavırla yaklaşan İbn Rüşd, eski düşünürlerin görüşlerinden faydalanmanın İslâm açısından vacip olduğu sonucuna varır. Aynı zamanda ünlü bir fakih olan İbn Rüşd’e göre felsefe okuduğu için yolunu şaşıranların bulunması felsefenin yasaklanması için gerekçe teşkil etmez. Nitekim fıkıh okuyup da doğru yoldan sapan pek çok insan bulunduğu halde kimse insanları fıkıh okumaktan alıkoymaya çalışmamaktadır.
Böylece Faslü’l-makâl’de felsefenin İslâm dini karşısındaki durumu sağlam temeller üzerine oturtulduktan sonra insanların dini ve felsefeyi anlama kapasitelerinin farklılığı üzerinde durulur. İnsanlar, anlayış ve yetenek bakımından herhangi bir fikri ancak delillendirildiği takdirde kabul edenler, tartışarak veya dinleyerek benimseyenler olmak üzere üç kısma ayrılır.
Kur’ân-ı Kerîmin hitabında bu üç insan tipi de dikkate alınmıştır. İkisi de gerçek olduğu için burhana dayalı akı! yürütme ile ilâhî şeriatın ortaya koyduğu hakikatler birbirine ters düşmez. Eğer şeriatın içerdiği bilgiyle burhanî bilgi arasında zahiri bir çelişki varsa şeriatın verdiği bilgiyi te’vil etmek gerekir. Eserde “te’vil” terimi üzerinde de durularak bunun özünün “bir kelimeyi hakikat mânasının dışında mecazi anlamına hamletmek yani yorumlamak” olduğu belirtilir. Buna göre fakihler gibi filozoflar da Kur’anın naslarını çeşitli şekillerde yorumlayabilirler.
Faslü’l-makâl de Gazzâlî’nin filozofları tekfir eden tutumu da tartışılmakta, bunun Gazzâlî’ye ait Faysalu’t-tefrika’daki müsamahakâr görüşlerle çeliştiği belirtilmektedir.
Eserde ayrıca Allah’ın, anlaşılması güç olduğu için ancak burhanla (aklî istidlal) bilinebilecek konuları insanlara misallerle açıkladığı, bu misallerin zahirinin herkes tarafından, bâtınının ise ancak ehli olanlar tarafından anlaşılabileceği belirtilir.
İbn Rüşd, bu zahir ve bâtın ayırımının mistik ve hermetik akımlar tarafından çokça başvurulan bâtınî yoruma kapı aralayacağını düşünmüş olmalı ki daha sonra kaleme aldığı eserinde “zahir” ve “te’vil edilmiş” (müevvel) şeklindeki ayırımı tercih etmiştir. Eserde insanlar te’vil ehliyeti bakımından üçe ayrılır. Birinci grupta genel halk toplulukları (hatâbiyyûn) bulunmaktadır ki bunlar ehil olmadıkları için asla te’vile yeltenmemelidirler. İkinci grubu aklî yetenekleri yerinde olan, polemik yapma gücüne sahip bulunanlar (cedeliyyûn) oluşturur. Bunlar her ne kadar te’vil yapabilirlerse de gerçek anlamda te’vile yetkili olanlar “burhâniyyûn” adını verdiği üçüncü gruptur. Yapılan te’villeri ehil olmayanlara aktaranlar küfre girmeye vesile olurlar ki küfre vesile olmak da küfrü gerektirir. Eserde bu yönden Mu’tezile ve Eş’arîler tenkit edilir.
Bu kitabında ele aldığı meseleleri yeni bir eserde ayrıca İnceleyeceğini belirten müellif, müslümanların içine düştüğü ihtilâflardan fazlasıyla rahatsız olduğunu bildirir ve felsefe ile dinin iki arkadaş veya süt kardeş olduklarını açıklayarak eserini bitirir. Yazmayı düşündüğü bu eserin el-Keşf can menâhici’l-edille olduğu onun önsözünden anlaşılmaktadır.
Faslü’l-makal’de akıl-vahiy, din bilim, şeriat hikmet ilişkisi konularında oldukça tutarlı görüşler ileri sürülmüş, filozofun bu görüşleri İslâm dünyasından çok Ortaçağ Batı’da yeni yorum ve anlayışlara zemin hazırlamıştır. “Tehâfüt” tartışmaları bir yana bırakılırsa İbn Rüşd’ün din-felsefe uzlaşmasına ilişkin görüşleri İslâm dünyasında yeterli yankı bulamamıştır. Yalnız İbn Teymiyye ciddi eleştirilerle İbn Rüşd’den alıntılar yapmıştır. Şeriatla felsefenin arasını birleştirdiğini iddia ettiği kitabında İbn Rüşd’ün tevil konusundaki fikirlerini Faslül-makâl”den bölümler aktararak eleştiren İbn Teymiyye, onun bazı görüşlerini uygun bularak benimserken büyük bir bölümünü de reddetmeye çalışır.
Escurial Library’de bulunan nüshası esas alınarak Faslü’l-makal ilk defa 1859 yılında Marcus Joseph Müller tarafından Münih’te Philosophie und The-ologie von Avenoes adıyla neşredilmiştir.
Daha sonra yine aynı nüsha esas alınıp eser Kahire’de beş defa basılmıştır.
Leon Gauthier, Faslü’l-makal’ın Arapça metnini Müller neşri ve Öteki neşirlerle karşılaştırarak Fransızca çevirisiyle birlikte yayımlamış ve bu neşri küçük bazı değişikliklerle tekrarlamıştır.
George F. Hourani, Madrid Millî Kütüphanesindeki nüsha ile karşılaştırmalı olarak eserin yeni bir neşrini yapmış, bu neşir Albert Nasri Nâdir tarafından mukaddime ve bazı açıklamalar eklenmek suretiyle tekrarlanmıştır.
Muhammed Amâre de eseri Kahire nüshasıyla karşılaştırıp daha sıhhatli bir metin halinde yayımlamıştır. Son iki neşir daha sonra birçok defa tekrarlanmıştır.
İbn Rüşd’ün Aristo üzerine yazdığı şerhler daha başlangıçta Ortaçağ Latin dünyasının yakın ilgisini çekerek Batının ortak bilim ve kültür dili olan Latince’ye çevrildiği halde onun dinî eserleri tercüme edilmemiştir. Sadece Faslü’l-makâl’ın muhtemelen XIII veya XIV. yüzyılda yapılmış İbrânîce tercümesinden dört nüsha Leiden, Oxford ve Paris Millî kütüphanelerinde günümüze ulaşmıştır.
H. Golb bu İbrânîce çeviriyi, Proceedings ol the American Academy tor Jewish Research’in XXV (1956, s. 91-113) ve XXVI. (1957,5. 41-64) sayılarında yayımlamıştır.
Faslü’l -makâl’in çağdaş Batı dillerindeki ilk tercümesi Leon Gauthier tarafından yapılan Fransızca çevirisidir. Bu tercüme XIV. Orientalistler Kongresi bildirilerinin toplandığı Recueil de memoi-res et de textes içinde “L’Accorde de la religion et de la philosophie” başlığıyla yayımlanmış, daha sonra da Arapça metniyle birlikte ve ardından yalnızca tercüme olarak yeniden neşredilmiştir.
George F. Hourani. eseri yukarıda sözü edilen İbrânîce nüshalarla karşılaştırarak On the Harmony of Religions and Philosophy adıyla İngilizce’ye çevirmiştir.
Nevzat Ayasbeyoğlu Faslü’l-makâl’, İbn Rüşd’e ait el-Keşf an menâhici’l-edille ile birlikte İbn Rüşd’ün Felsefesi adıyla Türkçe’ye çevirerek yayımlamış, ardından her iki eser Süleyman Uludağ tarafından tercüme edilerek Felsefe-Din İlişkileri adıyla neşredilmiştir. H. Bekir Karlığa, önceki çevirileri de dikkate alarak eseri yeniden Türkçe’ye tercüme etmiş ve diğer neşirlerle karşılaştırdığı Arapça aslı ile birlikte yayımlamıştır.
Seyyid Ca’fer-i Seccâdî de eseri Farsça’ya çevirerek neşretmiştir.
<