|
![]() |
Makale Yazarına ait | Kitaplar | E-Kitaplar | Makaleler | Hakkındaki Makaleler |
Yazara ait kitaplar | |||||
|
Yazara ait e-kitaplar | |||||
|
Yazar Hakkındaki Tanıtım Makaleleri | |||||
|
Özeti |
Müellifimiz, cumhura uyarak “Ve ma ya’lemu te’vilehû illallah ve’r-râsihûne fi’l-ilmi”30 ayetinde lafz-ı celâle üzerinde vakf etmeyi tercih eder. Fakat az sonra açıkça söylemeksizin, sanki vakf “fi’l-ilmi”de imiş gibi tefsire başlar. Rasih âlimlerin üzerine düşen görevi vurgular. Bu tefsirin de, önceki gibi İbn Abbas (r.a)’dan nakledildiğini, mütekellimin ile müteahhir âlimlerin birçoğunun bunu tercih ettiklerini belirtir. Daha sonra her iki görüşün sentezi halinde şöyle der: “Bu babda te’vil ve içtihad başkalarının değil, meratib-i muhkemat ile meratib-i müteşabihatı seçer, te’vili caiz olup olmayanları temyiz eder, fitneden kendini ve herkesi iğfal etmekten sakınır, haddini bilir, ilm-i ilahiye tefviz edilmesi lazım gelenleri O’na tefviz eyler, imanı kamil, tarik-i ilimde kavi, temiz ve ince akıllı, doğru düşünmesini bilir ve sever, hasılı hikmete mazhar ulema-yı rasihinin hakk u selahiyyetidir”. |
Yayın Bilgileri | ||||||||||
|
Makale Metni [Yazdır/Print] |
Elmalılı M. Hamdi Yazır'ın Müteşabih Ayetleri Anlamaya Katkısı Bu makalemizde muasır âlimlerimizden Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın müteşabih ayetleri nasıl ele aldığını incelemeye çalışarak Usul-i Tefsir ilminin önemli bir problematiğini teşkil eden bu konuya getirdiği açılımı dikkatlere sunacağız. Aralarında tefsir ehlinden bazı kimselerin de bulunduğu geniş kitlenin müteşabihler hakkındaki telakkileri şöyle özetlenebilir: 1- Müteşabih, mânâsı kapalı olup kesin maksadı anlaşılamayan ayetlerdir. 2- Buna binaen bu ayetlerin tefsir ve teviline girişmek doğru değildir. 3- Müteşabihler “yedullah”, “er-Rahmanu ale’l-arşi’steva”, “men fi’s-semai” gibi, Allah Teala’ya mahluklarda bulunan bazı özellikler nisbet eden ve sayıları son derece az birkaç ayetten ibarettir. Bu anlayışın iyice irdelenmesi gerekir. a) Her şeyden önce müteşabih ayetlerin sayısı bu kadar az değil, yüzlercedir. Çünkü yaygın anlayıştaki müteşabihler, “müteşabihu’s-sıfat” denilen kısım olup bunlar, misalleri çok az olan küçük bir bölümünü teşkil eder. Oysa bunlar “hakiki müteşabihler” kısmının bir bölümüdür ve huruf-i mukatta’anın da içinde yer aldığı bu kısım, bir önceki bölüme göre biraz daha fazladır. Ama kevnî meselelerden, uhrevi hallerden ve başka bir kısım hakikatlerden bahseden “izafi müteşabihler” vardır ki bunların sayısı yüzleri geçer. b) Diğer taraftan, Allah Teala mânâsı anlaşılamayacak tarzda muhataplarına hitab etmekten münezzehtir. İlim ve hikmet sahibi bir insanın bile yapmayacağı yersiz bir davranış, nasıl olur da O’nun hakkında düşünülebilir? c) Bir de şunu hiç unutmamak gerekir: Teşabüh problematiği, aklı ve bütün kapasiteleri sınırlı olan insan yapısının ayrılmaz ontolojik bir gerçeğidir. İnsanın bu özelliği onun ifadesine de yansımış, lisanına yerleşmiştir. Beşer dilini kullanma durumunda olan Kur’ân da, haliyle müteşabih ifadelerle dolu olmuştur. d) Hem iyi değerlendirilmesi halinde, insanlar için müteşabihlerin Kur'ân’da bulunması büyük bir nimet, hatta mucizedir. Zira bu özelliğe sahip bir kitap, ilmi her şeyi ihata eden Allah’tan gelebilir. Kur’ân beşer sözü olsaydı, müteşabihler bulunmaz ve bilhassa müteşabihler konusunda insanların dikkatlerini çekip onları uyarmazdı. Bu makalemizde düşüncelerini ele alacağımız müellif, konuyu sathi bir şekilde ele almakla yetinmeyip bu hususta zor olanı gerçekleştirmiş, meseleyi fikri ve felsefi yönden temellendirmiştir. Böylece müteşabihleri, nerdeyse mühmel, meskut, gölgede kalma durumundan kurtararak, tefsir için büyük bir zenginlik kaynağı olduğunu göstermiştir. Makalemizde bunu ispat edeceğimizi umuyor, bir yandan da son dönemde, Türkiye’de orijinal müelliflerin pek bulunmadığı zannını gidermeye de katkı sağlayacağını ümid ediyoruz. Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın Müteşabihatla İlgili Görüşleri 1. Müteşabih’in Tarifine Katkısı 2. Müteşabihin Kapsamını Genişletmesi Burada bir husus dikkat çekmektedir: Müteşabihatı esas alıp muhkematı ona göre anlamaya çalışmak, tenkit ve reddedilen bir iştir. Merhum müfessirimiz, naklettiğimiz mezkur ifadesinde, işi tersine çevirerek muhkemi müteşabihe irca edenler hakkında “kitaben müteşâbihen mesânî” ayetiyle istişhad etmesi tereddüde yol açmaktadır. Zira bildiğimiz kadarıyla bu ayette, 'ayetlerinin belagatte, hakikatleri bildirmekte birbirine benzer olması' itibariyle Kur’ân medh olunmaktadır. Yoksa burada muhkem mukabili olarak müteşabih söz konusu değildir. Dolayısıyla bu siyaka münasip olan ayet-i kerimenin, muhkemi bırakıp müteşabihleri fitne sebebi yapmak isteyenleri kınayan “fe emme’llezine fi kulûbihim zeyğun fe yettebiûne ma teşâbehe minhu…” olduğunu düşünüyoruz. “Bir lafzın mücerret siğasına nazaran mânâ-yı muradı malum olursa ona zâhir denilir ki enva-ı muhkemin edna derecesidir. Bunun te’vile veya tahsise veya nesha ihtimali bulunabilir. Fakat bunlar karineye muhtaç olduğundan, karine olmadığı müddetçe zâhirinde kat’i olur. Eğer bu mânâ kelamda ma sîka leh olmuş, mütekellim, sözü bunun için sevk etmiş ise nass olur. Bunda artık te’vil ihtimali kalmaz. Ancak tahsis veya nesih ihtimali bulunabilir. Nihayet nesih ihtimali de yoksa ki ihbarat, te’yid edilmiş inşaiyyat bu kabildendir- bu da mânâ-yı hassıyle muhkem olur. Bunların hepsinin hükm-u icabı ilm ü ameldir. İndetteaâruz akvâ tercih olunur. Bunlara mukabil, bir lafzın mânâ-yı muradı siğasından değil, başka bir emr-i ârız sebebiyle gizlenmiş bulunursa hafî, böyle değil de mânânın nefsinde ince, her nefsin nüfuz edemeyeceği, edenlerin de teemmülsüz kavrayamayacağı derecede gamız olması veya bir istiare-i bediiye bulunması gibi bir sebepten nâşi gizli, muhtac-ı teemmül bulunursa müşkil, siğa müteaddit mânâlara alesseviyye muhtemil olur ve hiçbirinin tercihine karine bulunmaz ve fakat bir beyan-ı tefsirin lühûku me’mul bulunursa mücmel, mânâ-yı muradı anlamak ümidi münkatı’ olursa hâlis müteşabih olur. Müteşabihat-ı Kur’ân’dan birçoğu böyle kesret-i meânîden dolayı bir şa’şaa-yı beyan içinde bulunduğundan nazarları kamaştırır…” 3. Müteşabihin Hikmet-i vücudu Hakkındaki Katkısı Bir başka hikmet-i vücut şudur: “Sonra edeb ü ahlak veya diğer hikmetlerden dolayı tasrihi hayır olmayan, kinaye ve ta’riz daha beliğ ve müessir bulunan mezâmin vardır”20. Görüldüğü gibi bazen adab gereği olarak bazı meseleleri üstü kapalı tarzda bildirmenin daha güzel ve etkili olduğunu vurgular. Bir başka hikmet: “Nihayet bütün beyanat nizamı, tevhid üzere vahdetten kesrete veya kesretten vahdete giderken gerek nisbetlerde ve gerek hudud-i tasavvuratta lisan-ı beşerin henüz lügatini vaz’ etmediği, hatta hiç sezmediği, düşünmediği, misalini görmediği nice maânî ve hakâik vardır ki bunlar bir muhkem ile ifade olunmakla beraber, müteşabih bir misal ve ima ile sezdirildikleri zaman daha müfid olur. Bu gibilerin bazısını bugün anlayamayanlar yarın anlayabilirler” 4. Müteşabihleri Sınıflandırmaya Katkısı Aşağıda görüleceği gibi hafî, müşkil ve mücmeli müteşabihin kısımları arasında sayar: “Hasılı aksam-ı müteşabihten hafînin hükmü taleb u taharri, müşkilin hükmü, bununla beraber teemmül, mücmelin hükmü bunlardan bir beyan-ı tefsire intizar ve taharri, asıl müteşabihin hükmü de tevakkuf ve Allah’a tefviz ile ilticadır.” Aşağıdaki tasnif müfessirimizden önce de bulunup ona mahsus olmamakla beraber, onun tarafından derli toplu ifade edildiğini görmekteyiz: “Müteşabihat için bir de şu taksim vardır: Lafız cihetinden müteşabih, mânâ cihetinden müteşabih, her iki cihetten müteşabih. 1- Lafız cihetinden müteşabih ya elfaz-ı müfredede veya kelam-ı mürekkebdedir. Elfaz-ı müfrededeki mesela “ebben”, “yeziffûn” gibi garabetten veya “yed” ve “ayn” gibi iştirakten neş’et eder. Kelam-ı mürekkebdeki: a) ya ihtisardan b) veya basttan c) veya hususiyet-i nazımdan olmak üzere üç kısımdır. 2- Mânâ cihetiyle müteşabih evsaf-ı ilahiye ve evsaf-ı ahiret gibi hissi veya gayr-ı hissi bir suret-i misaliyyesine malik olamadığımızdan dolayı tasavvuruna yetişemeyeceğimiz maânîdir. 3- Her iki cihetten müteşabih başlıca beştir: a) Umum veya husus gibi kemmiyyet cihetinden, b) vücub veya nedib gibi keyfiyet cihetinden, c) nasih veya mensuh gibi zaman cihetinden, d) mekan cihetinden, veya e) ayetin nazil olduğu adet cihetinden -ki “Leyse’l-birre bi en te’tü’l-büyûte min zuhûrihâ”25 gibi- fiilin sıhhat u fesadındaki şurût cihetinden.” 5. Müteşabihin İşlevlerini Bildirmeye Katkısı Meçhul meçhul ile, şüphe şüphe ile hallolunmaz. Meçhulat, malumat ile ve o malumatın derece-i kuvveti ile mütenasib olarak hallolunur. Ta’lim u irşad, malumat üzerine meçhulatı sezdirmek ve o meçhulatı malumata irca ettirmektir. Talibte malumat arttıkça, muallim, kuvvetine göre meçhulatı peyderpey sezdirir, ba’dehu hallettirir. Bu suretle mehulü sezmek de onu bilmenin bir şart-ı mütekaddimi olur. Cenab-ı Hak kullarına ilm-i hakkı böyle ihsan eder. İbtida kendini ve gayrı temyiz ettiren bir ilm-i muhkem bahşeder. Ba’dehu müteşabih bir halde meçhulatı sezdirir. Bunları kademe kademe muhkemata irca ettirerek malumat-ı yakiniyyeye tahvil eder… Müfessirimizin bu mütalaasını şöyle özetleyebiliriz: Daha ileride, “İnsanların, Allah’ın ilmine havale edecekleri hakikatlerin her zaman bulunacağını bildirip 'muhkemattan sonra bile hakaik-i müteşabihenin mücerret mevcut olduğunu bilmek de ilm-i beşer için pek büyük bir kemal ve gaye-i beşer için pek mühim bir hayırdır' der. Bu pasajı dikkatle inceleyen bir muhatap, müteşabihatın nefis bir felsefesini ve müfessirimizin onu nasıl temellendirdiğini görerek hayran kalmaktan kendisini alamaz. 6. Müteşabihler Konusunda Rasih Âlimlerin Rolü Dipnotlar:
|
Bu Makaleye Ait Eleştiri Makaleleri | |||||
|