|
![]() |
Makale Yazarına ait | Kitaplar | E-Kitaplar | Makaleler | Hakkındaki Makaleler |
Yazara ait kitaplar | |||||
|
Yazara ait e-kitaplar | |||||
|
Yazar Hakkındaki Tanıtım Makaleleri | |||||
|
Özeti |
İsrailoğullarına rehber ve peygamber olarak gönderilen Hz. İsa'nın hayatının en önemli kareleri harikülade kuşağında geçmiştir. Mesela daha doğmadan önce Yüce Yaratıcı onu, kendi kudret ve kuvvetine bir delil olması için babasız yaratmış, diğer insanlarda olduğu gibi bir erkeğin dahli olmaksızın anne rahminde teşekkülü başlamış, böylece bu, hakkındaki tartışmaların da başlangıcı olmuştur. Kur'ân onun babasız dünyaya gelişini, beşikteyken konuşmasını, çamurdan canlı bir kuş yapmasını, hastaları iyileştirmesini, ölüleri diriltmesini, İsrailoğullarının evlerinde sakladıkları yemekleri haber vermesini, semadan sofra indirmesini ve Cenâb-ı Hakk’ın onu İsrailoğullarına karşı korumasını bizlere birer mu’cize olarak takdim eder. Zira o, materyalist bir toplumu ta'dil etmek için gönderilmiştir. Eskiden beri gerek Müslümanlar gerekse Hıristiyanlar arasında hakkında değişik mülahazalar ileri sürülen hususlardan birisi de Hz. İsa’nın kıyamete yakın bir zaman diliminde yeniden yeryüzüne ineceği konusudur. Bu makalede Hz. İsa’nın âhirzamanda yeniden dünyaya gelmesiyle ilgili olarak sadece Kur'ân-ı Kerîm’deki âyetler üzerinde durulacaktır. |
Yayın Bilgileri | ||||||||||
|
Makale Metni [Yazdır/Print] |
Kur'ân-ı Kerîm'de Nüzûl-ü İsa Meselesi İsrailoğullarına rehber ve peygamber olarak gönderilen Hz. İsa'nın hayatının en önemli kareleri harikülade kuşağında geçmiştir. Mesela daha doğmadan önce Yüce Yaratıcı onu, kendi kudret ve kuvvetine bir delil olması için babasız yaratmış, diğer insanlarda olduğu gibi bir erkeğin dahli olmaksızın anne rahminde teşekkülü başlamış, böylece bu, hakkındaki tartışmaların da başlangıcı olmuştur. Kur'ân onun babasız dünyaya gelişini, beşikteyken konuşmasını, çamurdan canlı bir kuş yapmasını, hastaları iyileştirmesini, ölüleri diriltmesini, İsrailoğullarının evlerinde sakladıkları yemekleri haber vermesini, semadan sofra indirmesini ve Cenâb-ı Hakk’ın onu İsrailoğullarına karşı korumasını bizlere birer mu’cize olarak takdim eder. Zira o, materyalist bir toplumu ta'dil etmek için gönderilmiştir. Eskiden beri gerek Müslümanlar gerekse Hıristiyanlar arasında hakkında değişik mülahazalar ileri sürülen hususlardan birisi de Hz. İsa’nın kıyamete yakın bir zaman diliminde yeniden yeryüzüne ineceği konusudur. Bu makalede Hz. İsa’nın âhirzamanda yeniden dünyaya gelmesiyle ilgili olarak sadece Kur'ân-ı Kerîm’deki âyetler üzerinde durulacaktır. 1. Âl-i İmrân Sûresi, 46. 2. Nisâ Sûresi, 158-159. 3. Zuhruf Sûresi, 59-61. Şimdi de yukarıdaki âyetler üzerinde tek tek durmaya çalışalım Kehlin değişik anlamlarının yanında özellikle müfessirlerin üzerinde durduğu bir husus, insanın olgunluk yaşını ifade etmesidir. Hz. İsa 33 yaş gibi oldukça erken bir yaşta ref edildiğinden, o henüz olgunluk döneminde konuşacağı şeyleri konuşmamıştır. Bu dönemdeki konuşacağı şeyleri ancak semadan indikten sonra konuşacaktır. Nitekim Kurtubî, kehl halinde insanlarla konuşmasını, semadan indirildiğinde konuşacağı şeklinde yorumlar ve der ki Hz. İsa 33 yaşındaki bir kıvamda indirilecek ve, ‘Ey insanlar ben Allah'ın kuluyum!’ diyecektir.1 Büyük Müfessir Ebussuud Efendi de buradaki كَهْلاً kelimesinden maksat, Hz. İsa’nın yeryüzüne nüzûlünden sonra konuşacak olmasıdır,2 demektedir. Âyetten anlaşıldığı üzere Hz. İsa beşikteyken annesinin iffetini dile getirmiş, bununla hem bir peygamber olacağının işareti verilmiş, hem de insanların iftiralarından dolayı son derece zor bir durumda kalan ve zahiri sebeplerle ispat edilmesi oldukça zor görünen annesi Hz. Meryem kurtarılmıştır. İkinci konuşması da birinci kadar önemli olan bir konuşma olacaktır. İhtimaldir ki, kendisine yanlış bir şekilde inanan, onu ilah makamına yerleştiren büyük bir kesime işin gerçeğini anlatmak için konuşacak, bununla hem Muhammedî (s.a.s.) hakikatten uzak o gönülleri asıl mecrasına yönlendirmiş hem de mü’minlerin manevî yönlerini takviye etmiş olacaktır. Konuyla ilgili yukarıya aldığımız ikinci ayette ise, Doğrusu Allah onu kendi katına yükseltti. Allah aziz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). Ehl-i Kitaptan hiç kimse yoktur ki ölmeden ona inanacak olmasın. Kıyamet günü gelince de o, onların aleyhinde şahitlik edecektir. (Nisâ sûresi, 158-159) buyurulmaktadır. Bu âyette Yüce yaratıcı, Hz. İsa’yı öldürmek isteyen kimselerden kurtararak kendi katına yükselttiğini, zira böyle bir şeye gücünün yettiğini bildiriyor. Böyle bir icraatında değişik hikmetler olduğuna işaret etmek için de hikmetini ifade eden Hakîm ismini zikrediyor. Hemen arkasından da, semaya çekilmenin bir devamı niteliğinde olan, yeniden yeryüzüne dönüşünü, bu dönüşte Ehl-i Kitaptan kimselerin kendisine hakiki anlamda inanacaklarını bildiriyor. Âyetin sonunda da kıyamette onlara şahitlik yapmasına vurgu yapılıyor. Görüldüğü üzere âyet üç farklı gerçeği belirtiyor ki, bunlar gökyüzüne çekilme, oradan yeniden yeryüzüne dönüş ve Ehl-i Kitabın inanması ve kıyamette şahitlikte bulunma. İbn Abbas, Ebû Mâlik, Hasan Basrî ve Katâde’ye göre, Hz. İsa, Deccal’ı öldürmek için kıyamete yakın bir zamanda indiğinde, Ehl-i Kitap onu tasdik edecek, böylece bütün dinler tek bir din haline gelecek ve o da İbrahim dini olan İslâm olacaktır. Taberî âyetteki bu cümleyi şöyle tefsir etmektedir Hz. İsa ölmeden önce, Ehl-i Kitaptan olan herkes ona iman edecektir ve bu husus sadece onlara mahsustur. Bununla da Hz. İsa’dan sonraki zamanlar değil, yalnızca onunla aynı dönemde yaşayanlar kastedilmiştir. İşte bu da, Hz. İsa indikten sonra olacaktır. Daha sonra da Taberî, bu görüşünü şu hadisle desteklemektedir Ben, Meryem oğlu İsa’ya insanların en yakınıyım. Zira benimle onun arasında başka bir peygamber yoktur. Şüphesiz o gelecektir. Onu gördüğünüzde tanıyın. O, beyaz-kırmızı arası bir renkte olup saçları kıvırcıktır. Başına ıslaklık değmese de saçlarından adeta damlalar akmaktadır. Üzerinde hafif kırmızıya çalar iki elbise vardır. Haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, mal çoğalacaktır. İnsanları İslâm’a çağırmak için savaşacak, Allah, onun zamanında İslâm hariç bütün dinleri ortadan kaldıracaktır. Yine Allah onun zamanında Deccal’ın dalaletini ve şerrini yok eder. Onun zamanında bütün bir yeryüzünde emniyet gelir. Aslanlarla develer, kaplanlarla sığırlar, kurtlarla koyunlar, çocuklarla yılanlar birlikte oynar, ancak birbirlerine zarar vermezler. Sonra da yeryüzünde kırk yıl yaşar. Vefat edince cenaze namazını Müslümanlar kılar. Tefsir sahasında bir otorite olarak kabul edilen İbn Ebî Hâtim de, bundan maksadın Hz. İsa ölmeden önce olduğunu, zira Cenâb-ı Hakk’ın onu kendi katına aldığını, kıyamet kopmadan önce tekrar göndereceğini ve herkesin ona inanacağını belirtir. Keza aynı zamanda Ebû Hureyre, Mücahid, Hasan Basrî ve Katâde’nin de bu görüşte olduklarını söyler. İmam Maturîdî de, bu âyette kastedilenin Hz. İsa semadan inip de henüz ölmeden, Ehl-i Kitaptan herkesin ona iman edeceğini söyleyerek, bu görüşün de Hasan Basrî’ye ait olduğunu belirtir. Daha sonra konuyla ilgili olarak şu rivayeti aktarır Âyetteki Ehl-i Kitaptan herkes ölmeden önce ona inanacak şeklindeki ifadeyi bazı müfessirlerin, Ehl-i Kitabın Resûlullah (s.a.s.)’e inanmaları şeklinde yorumladıklarını görsek de, böyle bir yorum âyetin siyak-sibakıyla uygunluk arzetmemektedir. Zira bu âyette Hz. Peygamber’den (s.a.s.) bahsedilmeyip konunun merkezinde Hz. İsa ve Hz. Meryem vardır. Dolayısıyla buradaki zamirden maksat Hz. İsa’dır. Konuyla ilgili olan üçüncü âyet ise şudur Bu âyette ise, Hz. İsa başka değil ancak bir kuldur. İsrailoğulları için her hususta bir örnektir. Onun âhirzamanda nüzûlü ise kıyametin alametlerinden biridir. Dolayısıyla onun hakkında yanlış birtakım inançlara gidilmemelidir, gibi hususlara vurgu yapılmıştır. Buradaki meselelerden konumuzla ilgili olarak üzerinde duracağımız husus, onun nüzûlünün, kıyametin alametlerinden birisi olduğudur. Hemen şunu belirtelim ki, buradaki zamirden kastedilenin kimliğiyle ilgili farklı mütalaalar olmasına karşın, en fazla kabul edilen ve âyetin siyak-sibakıyla da uygunluk arzeden anlam, maksadın Hz. İsa olmasıdır. Evet, Hz. İsa’nın nüzûlü, kıyametin geldiğinin alametidir. Zira onun nüzûlü, kıyametin kopma şartlarındandır. Yeryüzüne nüzûlü, dünyanın bittiğinin ve kıyametin geldiğinin delilidir. Taberî; İbn Abbas, Mücâhid, Hasan Basrî, Dahhâk, Katâde ve İbn Zeyd’in de aynı görüşte olduklarını belirtir. Mâturîdî Ekolü'nün kurucusu büyük İmam Ebû Mansûr el-Mâturîdî de, Bu konuda değişik görüşler vardır. dedikten sonra, ilk görüş olarak, maksadın Hz. İsa olduğunu, buna göre de Hz. İsa’nın semadan ineceğini, inmesinin kıyametin alameti olacağını belirtir ve der ki Buna göre âyetin kendinden önceki âyetlerle irtibatı vardır. Bu âyetin öncesinde وَجَعَلْنَاهُ مَثَلاً لِبَنِي إِسْرَائِيلَ denmiştir. Dolayısıyla وَإِنَّهُ لَعِلْمٌ لِلسَّاعَةِ âyetinin anlamı Onu insanlar için âyet ve delil kıldık. demektir. Dirayet tefsirinin imamlarından kabul edilen Râzî de, âyetteki zamirden maksadın Hz. İsa olduğunu belirttikten sonra, onun kıyamet için bir bilgi olduğunu, yani kendisiyle kıyametin bilindiği alametlerden bir alamet olduğunu vurgulamış, Hz. İsa’nın ilim olarak vasıflandırılmasını da, Kendisiyle bilgi meydana geldiği için, bir şeye delalet eden şart, ilim olarak isimlendirilmiştir. şeklinde izah etmiştir. Râzî, ilim kelimesiyle ilgili farklı kıraatlerin de olduğunu bildirerek, Hz. İsa’nın nüzûlünün, kıyametin alametlerinden olduğunu hadisten de delil getirerek vurgulamıştır. Râzî’nin konuyu delillendirmek için zikrettiği hadisin meali şöyledir Ülkemizde yetişen büyük sîmalardan biri olan Elmalılı Hamdi Yazır da, bu âyeti şöyle yorumlamaktadır Muhakkak ki o, saat (kıyamet) için bir ilimdir de, saatinkıyametin geleceğini, ölülerin dirilip ayağa kalkacağını bildiren bir delil, bir alâmettir. Çünkü İsa’nın gerek ortaya çıkışı gerek ölüleri diriltme mucizesi ve gerekse ölülerin ayağa kalkmasını haber vermesi itibarıyla, kıyametin meydana geleceğine bir delil olduğu gibi, hadiste haber verildiğine göre, nüzûlü de Kıyametin alametlerindendir. Ayrıca İbn Abbas, Dahhak ve Katade gibi tefsirde otorite şahsiyetler bu kelimedeki ayın harfini fethalı olarak âlem okumaktadırlar ki, bu da âyetten maksadın Hz. İsa’nın kıyametin bir alameti olduğunu açıkça göstermektedir. Her üç âyetten de anlaşıldığı üzere Hz. İsa’nın kıyamete yakın bir zamanda yeniden yeryüzüne geleceği, Ehl-i Kitabın kendisine inanacağı ve onun kıyametin alametlerinden biri olacağı hususları açıkça belirtilmiştir. Ayrıca bu âyetlerin dışında mütevatir derecesine varan bir kuvvette hadisler de bu konuyu desteklemektedir. İlk dönemden itibaren de Müslümanlar arasında kabul görmüş bir konudur. Ayrıca İncillerde de onun yeryüzüne yeniden geleceği, hatta bir kısım kimselerin onun adını kullanarak kendilerinin Mesih olduklarını iddia edecekleri gibi hususlarla ilgili bol miktarda pasajlar bulunmaktadır. Bunlardan birisi şöyledir Bu kadar delile rağmen bir kısım kimselerin bu konuya inanmaması ve sebep olarak da, Resûlullah (s.a.s.) son peygamberdir, ondan sonra peygamber gelmeyecektir, bu inanç başka dinlerden geçmiştir ve böyle bir Hz. İsa beklentisi insanları tembelliğe iter. şeklindeki düşüncelerin haklı bir gerekçesi de yoktur. Zira Hz. İsa’nın nüzûlüne inanma, Resûlullâh'ın (s.a.s.) peygamberliğinden sonra yeni bir peygamber şeklinde gelmesi değil, aksine Hz. Muhammed’in (s.a.s.) diniyle amel etmesi şeklindedir. Zaten değişik hadislerde de Müslümanlara namaz kılarken imamlık bile yapmayacağı, onun da İslâm ümmetinden bir fert olarak Müslümanların o günkü emirine uyacağı bildirilmektedir.13 Böyle bir inancın başka dinlerde de olduğu meselesine gelince bu da doğru bir yaklaşım değildir. Zira İslâm’daki bir konunun başka dinlerde olması, onun yanlışlığının değil, aksine doğruluğunun delilidir. Çünkü İslâm, kendinden önceki dinlerin bir anlamda özü, bir anlamda da tahrif edilen yönlerinin musahhihidir. Nice İslâmî prensip vardır ki, bunlar bütün dinlerde de vardır. Mesela namaz, oruç gibi İslâm’ın temel şartları bütün dinlerde vardır. Ama hiçbir zaman çıkıp da Bunlar başka dinlerde de vardır, dolayısıyla bunlar doğru değildir. demiyoruz. Böyle bir inancın insanları tembellik ve ümitsizliğe atması bahanesine gelince bu da doğru değildir. Tam aksine böyle bir düşünce, insanların ümitsizlik ve tembellik hasletinden uzaklaşmalarına vesile olur. Özellikle günümüzde ezilmiş, hor ve hakir görülmüş, ülkeleri işgale uğramış, dolayısıyla ümit ve azim adına hiçbir şeyi kalmamış toplumlar, hiç yıkılmayacak, azim ve ümidini kaybetmeyecek ve sürekli yükselme ve kazanmanın mücadelesini vereceklerdir. Şimdi de, konuya temelde şimdiye kadarki İslâm âlimleriyle aynı paralelde bakan, ancak Hz. İsa’nın nüzul keyfiyetini farklı ve oldukça orijinal bir şekilde yorumlayan Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadelerine bakalım. Bediüzzaman, eserlerinin değişik yerlerinde Hz. İsa’nın ahirzamanda geleceğini, kendisine ait fonksiyonu eda edeceğini, ancak bu gelişinin iki farklı şekilde olabileceğini ele alır. Ona göre bu geliş, maddî olarak bizzat vücuduyla gelmesi şeklinde olabileceği gibi, âyet ve hadislerde anlatılan ifadelerin yorumu olarak ahirzamanda Hıristiyanlığın tasaffisi şeklinde olabilecektir. Konuyu kendi ifadeleriyle ele alacak olursak, konunun farklı yerlerdeki ele alınışı şöyledir Elcevap Hadis-i sahihte rivâyet edilen Hazreti İsa’nın (aleyhisselâm) geleceğini ve Şeriat-ı İslâmiye ile amel edeceğini, deccalı öldüreceğini imanı zayıf olanlar istib’ad ediyorlar. Onun hakikati izah edilse hiç istib’ad yeri kalmaz. Şöyle ki İkinci cereyan ise Tabîiyyûn, maddiyyûn felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı nemrudâne, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vâsıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zâbitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşi bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir gûnâ hâkimiyet verir. Öyle de, Allah’ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rubûbiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispirtizma ve manyetizmanın hâdisâtı nev’inden müthiş harikalara mazhar olan deccal ise; daha ileri gidip, cebbârâne sûrî hükûmetini bir nevi rubûbiyet tasavvur edip ulûhiyetini ilân eder. Bir sineğe mağlup olan ve bir sineğin kanadını bile îcad edemeyen âciz bir insanın ulûhiyet dâvâ etmesi, ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu mâlûmdur. İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazreti İsa’nın (aleyhisselâm) şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî Îsevîlik Dini zuhur edecek, yani rahmet-i ilâhiyenin semâsından nüzûl edecek.. hâl-i hazır Hıristiyanlık Dini o hakikate karşı tasaffî edecek, hurâfâttan ve tahrifâttan sıyrılacak.. hakâik-i İslâmiye ile birleşecek; mânen, Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyet’e inkılâb edecektir. Ve Kur’ân’a iktida ederek, o Îsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet, metbû makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlup olan Îsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semâvâtta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa (aleyhisselâm), o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sâdık, bir Kadîr-i külli şey’in vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır.. madem Kadîr-i külli şey vaad etmiş, elbette yapacaktır. Evet, her vakit semâvâttan melâikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’eden (Hazreti Cibril’in Dıhye suretine girmesi gibi).. ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren.. hatta ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misâliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl, Hazreti İsa’yı (aleyhisselâm), İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil semâ-yı dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazreti İsa, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm’in hikmetinden uzak değil… Belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş.. ve vaad ettiği için elbette gönderecek. Hazreti İsa (aleyhisselâm) geldiği vakit, herkes onun hakikî İsa olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedâhet derecesinde herkes onu tanımayacaktır… Görüldüğü üzere Bediüzzaman Hazretleri, konuya farklı bir yorum getirmiş, meseleyi iki yönlü olarak ele almış ve Hz. İsa’nın nüzûl keyfiyetini iki şekilde olabileceğini belirtmiştir. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi de bu meseleyi şu şekilde izah etmektedir Aslında Hz. Mesih’in nüzûlü, Mesihiyet şeklinde değil, Mehdilik ve Muhammedîlik şeklinde olacaktır, denilebilir. Böyle bir gerçeğin tahakkuk keyfiyeti ne şekilde olursa olsun, bence mühim olan her Müslüman’ın Kur’ân’ın ruh ve mânâsını ârızasız temsil edip her zaman bu menheli’l-azbi’l-mevrûd=tatlı su kaynağının başında durup o temiz, o pak, o nezih kaynaktan yararlanıp ve başkalarını da yararlandırmaktır. Bir diğer önemli husus da, bütün bunları belli şahıslara bağlama yerine, konuyu bir şahs-ı mânevî konusu olarak değerlendirmektir. Yine de bu mesele, çok münakaşası yapılacak bir meseledir. Zira bu konuda öteden beri sevâd-ı azam’ın kabul ettiği esaslar var. Bu esaslar çiğnendiğinde, ciddî iftiraklar doğabilir. Zaten Üstad da, belki elli yerde bu nüzûl ve temsili anlatmış ve ancak onu nûr-u firâsetle bakanlar sezebilir demiştir. O halde, bütün bunları nazar-ı itibara alarak, ahirzamanda Hz. Mesih’in gökten inmesini intizar etmenin bizim vazifemiz olmadığını ifade edebiliriz. Bu hadisle ilgili yorumlarda, Hıristiyanlığın iktidâsının, tamamen İslâmiyet’e dehalet şeklinde olabileceği gibi, içinde bulundukları karışık, bulanık ve kaoslu bir ortamdan sıyrılıp, ıstıfâ (saflaşıp) edip tekrar Hz. Mesih çizgisine gelmeleri şeklinde de olabileceği akıldan uzak değildir. O halde onlar, ihtimal tam mânâsıyla Şeriat-ı İslâmiye’yi benimsemeyecekler ama başları sıkıştığı an Müslümanların vesâyetini kabul edecek ya da günümüzde bazı bölgelerde olduğu gibi, gelip toplu halde Müslümanlığa gireceklerdir. Dolayısıyla, bu birlik ve beraberliği sadece ahir zamanda dünyanın işgal edildiği âna has kılmak yanlış olur. Zira günümüzde de, aynı tür vifak ve ittifak, cüz’î ölçüde de olsa var sayılabilir. Nitekim biz bunu, Komünizm’in yıkılacağı âna kadar belli ölçüde yaşadık; Hıristiyanlıkta sabit kalanlarla bir araya gelerek, inkar-ı Ulûhiyet’e, ateizme karşı bir pakt kurduk. Gelecekte de daha değişik tehlikelere karşı, başka birleşmeler de söz konusu olabilir. Dipnotlar:
|
Bu Makaleye Ait Eleştiri Makaleleri | |||||
|