|
![]() |
Makale Yazarına ait | Kitaplar | E-Kitaplar | Makaleler | Hakkındaki Makaleler |
Yazara ait kitaplar | |||||
|
Yazara ait e-kitaplar | |||||
|
Yazar Hakkındaki Tanıtım Makaleleri | |||||
|
Özeti |
Bu makalede peygamberlerin beşer olmasına yapılan itirazlar ve beşer olmaya terettüp eden hususlar ele alınacaktır. Daha sonra Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’in beşer olmasını nasıl anlamamız gerektiği hususu incelenecektir. |
Yayın Bilgileri | ||||||||||
|
Makale Metni [Yazdır/Print] |
Efendimizin Beşeriyeti Allah Tealâ, insanlara elçi olarak melekleri gönderebilirdi. Ancak böyle yapmayıp, onlar gibi yiyen, onlar gibi içen, onlar gibi ihtiyaçları olan kimselerden elçiler gönderdi. Allah Tealâ’nın böyle yapmasının değişik hikmetleri vardır. Zira insanların kendi cinslerinden olan bir kimse, onların hissettiklerini hisseder, zevk aldıkları şeylerden zevk alır, tecrübelerini değerlendirir, elem ve emellerini anlar, duygularını ve isteklerini bilir, ihtiyaçlarını fark eder. Bu yüzden onlara zayıf düştükleri zaman şefkat eder, eksikliklerini gördüğü zaman tamamlar, güçlenip kalkınmalarını ister, ihtiyaçlarını bilir. Netice itibariyle o da kendilerinden birisidir. Hem onlar, kendileri gibi bir beşer olan peygamberi kolayca örnek alarak peşinden gidebilirler. Buna yavaş yavaş kendilerini alıştırırlar. Cenâb-ı Hakk’ın farz kıldığı ve irade ettiği hükümleri tebliğ ettiği zaman, peygamber bu hükümlerin yaşayan tercümanı, müşahhas bir uygulayıcısı olarak onlara anlatır. Böylece insanların bu mükellefiyetleri yerine getirmeleri kolaylaşır. Peygamberin, kendi içlerindeki yaşantısını görürler ve bir insan olarak onu taklit etmeye çalışırlar. Şayet bir melek olmuş olsaydı, ne onun yaptıklarını taklit etmeyi düşünürler, ne de bu konuda bir gayret gösterirlerdi. Zîra başından beri bilirlerdi ki, onun tabiatı kendi tabiatlarından çok farklıdır. Dolayısıyla hareketleri de farklı olacaktır. Bunun neticesinde insanlar peygamberleri örnek alma ve onların hayatlarını yaşama isteği duymazlardı. Bu makalede peygamberlerin beşer olmasına yapılan itirazlar ve beşer olmaya terettüp eden hususlar ele alınacaktır. Daha sonra Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’in beşer olmasını nasıl anlamamız gerektiği hususu incelenecektir. A. Peygamberlerin insan olmasına yönelik itirazlar 1. Şeytanın İtirazı “Hani Rabbin meleklere “Ben,” demişti, “kuru çamurdan, şekillenmiş bir çamurdan bir beşer yaratacağım. Bu itibarla, Ben onu düzenlediğim insan şekline koyduğum ve içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun için secdeye kapanınız. İblis hariç bütün melekler secdeye kapandılar. O ise kibirlenip, secde edenler arasında yer almadı. Allah İblis’e “Sen niye secde edenlerle beraber olmadın” diye sordu. “Benim,” dedi, “kuru çamurdan şekillenmiş balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem mümkün değildir.” (Hicr, 1528-33) Buna göre şeytan, insan konumunda olan bir varlığın, peygamberlik gibi üstün manevi niteliklere sahip olabileceğini kabul etmemiştir. Ona göre üstünlük, varlığın yaratılıştan sahip olunan temel unsurlarından kaynaklanmaktadır. Bu unsurların da hangisinin üstün olduğu onun kararına göredir. Bu ilk kabullenmemeden sonra da değişik dönemlerde farklı peygamberlere aynı türden itirazlar yapılmıştır. 2. Kavimlerinin Peygamberlerin Beşer Olmasına İtirazları Hz. Nuh, kavmini bir olan Allaha kulluğa davet ettiğinde, onun kendileri gibi bir insan olmasını bahane etmişler ve kabul etmemişlerdir. Bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır “..Halkından ileri gelen birtakım kâfirler “Bu,” dediler, “sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, böyleyken size hakim olmak istiyor.” “Allah bize mesaj ulaştırmak isteseydi, böyle sizin gibi birini göndermez, melaike indirirdi. Nitekim biz atalarımızdan da böyle bir şey işitmedik. Bu delinin tekinden başka biri değil. Ona biraz süre tanıyın, sonra iş aydınlanır, siz de gereğini yaparsınız.” (Mü’minûn, 2323-25) Ayetlerden de açıkça anlaşıldığı üzere Hz. Nuh’un kavminin, kendilerine gelen elçiyi kabul etmemesinin görünüşteki sebebi, onun insan olmasıdır. Onlar böyle önemli bir görevi ancak meleklerin yapabileceğini iddia ederek onu kabule yanaşmıyorlardı. Hz. Nuh’tan sonra gönderilen peygamberler de aynı tepkiyle karşılanmıştı. Bu insanlar da, yeme-içme gibi özellikleri temel kriter kabul ederek, peygamberlerle diğer insanlar arasında hiçbir farkın olmadığını iddia ediyor ve kabule yanaşmıyorlardı. (Bkz Mü’minûn, 2331-34) Halbuki bu özellikler sadece insanda değil hayvanlarda da vardı. Şayet bunlar temel ölçü olsaydı, insanlarla hayvanların aynı değerde olmaları gerekirdi. Semûd kavmi de kendilerine elçi olarak gönderilen Hz. Salih’i kabul etmemişler ve bunun sebebinin de onun bir beşer olmasını ileri sürerek, ondan doğruluğuna bir delil istemişlerdir. (Bkz Şuarâ, 26150-154) Hz. Şuayb ölçü ve tartıda haksızlık yapan kavmini doğruluğa ve dürüstlüğe davet ettiğinde, kavmi tarafından “Bize hiç bir üstünlüğün yok, sen de bizim gibi bir insansın.” (Şuarâ, 26186) diyerek, onun da kendileri gibi bir beşer olmasını ileri sürmüş ve kabul etmemişlerdi. Ulu’l-Azim peygamberlerden Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun, Firavun’u tek olan Allah’a davet ettiklerinde o “Kendi kavimleri bizim hizmetçi kölelerimiz iken şimdi kalkıp bizim gibi beşer olan bu iki adama mı inanacağız” (Mü’minûn, 2347) diyerek, onları kabul etmeme sebebi olarak beşer olmalarını göstermişti. Yukarıda sadece bir kısmı zikredilen örneklerden de anlaşıldığı üzere, insanların peygamberleri kabul etmeyişlerindeki temel sebep, onların beşer olmasıydı. Onlara göre insan peygamber olamaz ve peygamber de insan olamazdı. Kur’an, bu yanlış anlayışı reddederek bütün peygamberlerin birer insan olduğunu ve insanlara da ancak bir insanın peygamber olarak gönderilebileceğini beyan buyurmaktadır. 3. Peygamberleri İlahlaştıranlar Diğer taraftan Hz. İsa’ya inananlar, onu kendilerinin kurtarıcısı bildikleri gibi, bazıları onu insan olmanın ötesinde bazen bir ilâh veya yarı ilâh veyahut da Allâh’ın bir cüz’ü gibi telakkî ederlerdi. Nitekim Kur’ân, konuyla ilgili bazı semavi din mensuplarının peygamberlerine karşı olan bu tutumlarını şöyle bildirir “Yahudiler “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da “Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu onların ağızlarında geveledikleri sözlerden ibarettir. Onlar, sözlerini daha önce geçmiş kâfirlerin sözlerine benzetiyorlar. Hay Allah kahredesiler! Nasıl da haktan batıla döndürülüyorlar” (Tevbe, 930) İslâmiyet, bütün bu çeşit yanlış düşünceleri ve bâtıl inançları ortadan kaldırdı. İslâm’a göre peygamber bir insandır. Allah’ın bir kuludur; aynı zamanda Allah tarafından seçilmiş, fevkalede donanımlı, masum, iyi, pâk, nezih, Allâh’ın kudretinden feyiz almış, ilâhî destek ve yardıma eriştirilmiş, saâdet ve hidâyetin merkezi olmuş bir kimsedir.” Müşrikler de aynı mantıkla hareket ederek, aynı itirazları, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) karşı yapmışlardır. Onlara göre peygamber olacak kimsenin yemek yememesi, çarşı-pazarda alış-veriş yapmaması gerekiyordu. Şayet gerçekten peygamberse, doğruluğuna bir melek açıkça destek vermeliydi. Veyahut da başka maddi bir takım özellikleri olmalıydı. (Bkz Furkân, 257-11) B. Efendimiz’in (s.a.s.) Üstün Özellikleri Allah Resûlü (s.a.s.) bir beşerdir. Onun ümmetinden hiçbir fert, onun bu vasfını inkâr etmemiş ve daha önceki toplumların kendi peygamberleriyle ilgili düştükleri yanılgıya düşmemişlerdir. Ancak değişik âyetlerde vurgulanan, “Ben de bir beşerim” sözü ne gibi anlam ve hikmetler ifade etmektedir “Ben de bir beşerim” sözü, Resûlullah’ın (s.a.s.) diğer insanlar gibi beşeri ihtiyaçlarının olduğu, teklife muhataplığı, ölümlü oluşu, Allah bildirmedikçe gaybı bilemeyeceği, güç ve kuvvetinin sınırlılığı gibi hususları içermektedir. Aksine bu sözün Resûlullah’ın da (s.a.s.) diğer insanlar gibi haşa yalan söyleyebileceği, günah işleyebileceği veya normal insanlar gibi her türlü kötü davranışı yapabileceği şeklinde anlaşılması, peygamberlerde bulunması gerekli olan, doğruluk, emanet, tebliğ, fetânet ve ismet gibi üstün peygamberlik sıfatlarıyla tenakuz teşkil eder. Allah Teâlâ, insanlar arasından bazısını husûsî bir görev için seçmiştir. Bunlar, Allah’tan alacakları mesajları, eksiksiz ve kusursuz olarak insanlara ulaştıracak olan peygamberlerdir. Bu önemli işi yüklenecek olan kimselerin, elbette bazı fevkalade özelliklerinin olması kaçınılmazdır. Kur’ân’ın pek çok âyetinde, onların Allah tarafından övüldüğüne şâhit oluruz. Onlar, Allah’ın gözetimi altında, en güzel özelliklere sâhip, akıl ve ahlâk yönüyle seçkin ve emânete karşı son derece saygılı kimselerdir. Onların farklı bazı özelliklerinin olması da yadırganmamalıdır. Birer insan olduklarını söylediğimiz peygamberlerin, kendilerine has bazı sıfatları vardır. Bu sıfatlarla onlar, normal insanlardan seçilip ayrılırlar. Allah’ın kendilerini bu kutsal göreve seçmeden önceki yaşayışları, diğer insanlarınkinden farklıdır. Ahlaki değerleri zirvede temsil eden bu üstün donanımlı insanlar hırsızlık, yalancılık, dolandırıcılık, putlara tapma, ahlâk dışı davranışlardan ve benzeri şeylerden fersah fersah uzak kalmışlardır. Eğer ahlâkî yönden düşüklük sayılan bir şeyi peygamberlikten önceki hayatlarında yapmış olsalardı, peygamber olduktan sonra, insanları onlardan sakındırmaları güç olurdu. Sözleri muhataplarına tesir etmezdi. Cenab-ı Allah, Yüce Beyan’da, insanlara elçi olarak gönderdiği peygamberlerin değişik üstünlük ve faziletlerini bildirmenin yanında, onların birbirlerine olan üstünlüklerine de işaret etmektedir. Nitekim “İşte şimdiye kadar zikrettiğimiz resûllerden kimini kimine üstün kıldık. Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti.” (Bakara, 2253) âyeti de bu hakikati haber vermektedir. Kâinâtın Yüce Yaratıcısı, sâhibi ve mâliki, elbette bilerek yapıyor, hikmetle tasarruf ediyor, her tarafı görerek düzenliyor, her şeyi bilerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, faydaları irâde ediyor. Mâdem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Mâdem konuşacak, elbette fikir ve şuur sahibiyle, konuşmasını bilenlerle konuşacak. Mâdem fikir sahibiyle konuşacak, elbette şuurluların içinde en şuurlu olan insan nev’iyle konuşacaktır. Mâdem insan nev’i ile konuşacak, elbette insanlar içinde hitap kâbiliyeti bulunan ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Mâdem en mükemmel, istidâdı en yüksek, ahlâkı yüce ve insanlığa rehber olacak olanlarla konuşacaktır. Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta, en âli ahlâkta ve insanlığın beşte biri ona tabi olmuş, yeryüzünün yarısı onun mânevî hükmünün altına girmiş, istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin dört yüz sene ışıklanmış, beşerin nuranî kısmı ve müminleri mütemadiyen günde beş defa onunla biat yenileyip rahmet ve saadet duası edip, ona övgü ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş; Resûl yapacak ve yapmış; insan nevine rehber yapacak ve yapmıştır. (19. Mektup, 1. Nükteli İşaret)
a. Üstün Donanımlı Bir Beşer Yine hayatına bakıldığında, söz ve davranışlarında son derece doğruluğu, emanet noktasında zirvede oluşu, üzerine yüklenen kudsi görevi yerine getirmedeki titizliği, ortaya çıkan karmaşık meseleleri son derece rahat, kolay ve herkes tarafından benimsenen bir şekilde çözüme kavuşturması ve masumiyeti hemen görülen hususlardır. O, her peygamber gibi vahiy almış, peygamberliğinin delili olması açısından herkesi ilgilendiren açık ve büyük mucizelere mazhar olmuştur. Kendisine Kur’ân gibi evrensel ve her türlü tahriften korunmuş bir Kitap verilmiş, Fil ashabının kuşları onun ve ümmetinin kıblesi olacak Ka’be’yi koruma altına almış, göğsü şerhedilmiş, beşerin idrak sınırını aşacak mahiyetteki İsra-Mi’rac gibi öteler ötesi kudsi bir yolcuğu, bütün bir insanlık adına yapmış, peygamberliğinin bir delili olarak ay ikiye yarılmış ve semanın kapıları şeytanlara kapatılarak insanların bu noktadan aldatılmalarının önü kesilmiştir. Yaşadığı hayatın her safhası, seçilmişliğinin ve ulaşılmazlığının ayrı bir yönünü meydana getirmiş, şakalarında bile yalanın en küçüğü onun semtine uğramamış, dünyaya teşriflerinden vefat anına kadar başına gelen pek çok sıkıntı, eziyet ve musibet karşısında, olağan üstü bir sabır göstermiş, kendisine, yakınlarına ve dostlarına yapılan sayısız insanlık dışı davranışlar karşısında beşer üstü bir af ve müsamaha örneği sergilemiş, içine bütün insanları hatta hayvanları dahi alacak genişlikteki merhametiyle, etrafındaki dost-düşman herkesin dikkatini çekmiş, bir beşer olarak her şeye ulaşması ve elde etmesi mümkün iken, son derece mütevazi ve sade bir hayat yaşamış, yaptığı işlerde en küçük bir beklenti içinde olmamış, sıkıştırıldığı ve tek başına kaldığı zamanlarda bile asla bir yılgınlık ve ümitsizlik emaresi göstermemiş, Allah’a kulluk noktasında herkesten daha ileri ve derin olmuş... hasılı güzel ahlak dediğimiz her davranışı en zirve noktada temsil etmiş ideal bir örnektir. 2. Korunmuş Günümüz dünyasının muhtaç olduğu gerçek barış ve farklılıklarla beraber yaşama örneğini en açık bir şekilde yaşayarak göstermiş, aynı şehri, farklı din ve inanç sahipleriyle paylaşmıştır. 3. Risaleti Evrensel Erişilmez yüce şahsiyeti karşısında, sadece ona inananlar değil, başkaları da hayranlıklarını gizleyememiş, semanın yere bu değerli armağanı karşısında temenna durmuşlardır. Mesela Michael Hart kaleme aldığı “Yüz Ebedî Şahsiyet” adlı eserinde, Onu birinci sıraya yerleştirmiş, Alman Büyük Devlet Adamı Bismarc O’na olan hayranlığını: “Sana muasır bir vücut olamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed!” sözleriyle dile getirmiş ve 1927’deki Uluslararası Hukuk Kongresi, O’na olan medyuniyetlerini, sonuç beyanamelerine ekledikleri: “Beşeriyet, Hz. Muhammed’le iftihar eder. Çünkü O Zât, ümmî olmasıyla beraber, 13 asır evvel öyle bir hukuk sistemi getirmiştir ki, biz Avrupalılar 2 bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatına yetişsek mesud ve bahtiyar oluruz.” ifadeleriyle ortaya koymuşlardır. 4. Üstün Özellikleri O, bir insan olmanın yanında aynı zamanda son peygamberdir, (Ahzâb, 33/40) , risâleti evrenseldir, (A’râf, 7/158; Enbiyâ, 21/107...) risâleti cinleri de kapsamaktadır, (Ahkâf, 46/29; Cin, 72/1-13) , hanımları mü’minlerin anneleridir, (Ahzâb, 33/6), geçmiş-gelecek günahları affedilmiştir, (Fetih, 48/1-2) , kendisine inanılması noktasında peygamberlerden söz alınmıştır, (Âl-i İmrân, 3/81) , kendisine Kevser’in verildiği müjdelenmiştir, (Kevser, 108/1) , ganimetler helal kılınmıştır, (Enfâl, 8/1) , âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir, (Enbiyâ, 21/107) , onun özellikleri ehl-i kitap tarafından bilinmektedir, (Bakara, 2/89,146) , getirdiği dinin korunması teminatını verilmiştir, (Tevbe, 9/33) , İsrâ ve Mi’rac Ona hastır, (İsrâ, 17/1; Necm, 53/1-18) , çeşitli zamanlarda melekler bizzat yardım etmiştir, (Âl-i İmrân, 3/13, 122-123) , kendisine itaat aynı zamanda Allah’a itaat anlamına gelmektedir, (Nisâ, 4/80) , âhirette şehadet ve şefaat-ı uzmâ hakkı verilmiştir, (Bakara, 2/143) , Makâm-ı Mahmûd’la taçlanmıştır, (İsrâ, 17/79) , ümmeti, ümmetlerin en hayırlısı kılınmıştır, (Âl-i İmrân, 3/110) , hayatına ve beldesine yemin edilmiştir, (Hicr, 15/72; Beled, 90/1-2) , kendisine ve ümmetine, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi lutfedilmiştir. (Kadr, 97/1-5) 5. Mu’cizeleri Hem Efendimizin hem de diğer peygamberlerin biz ancak beşeriz demeleri, kavimlerinin kendilerinden olağanüstü durumlar istemeleri karşısında söylenmiştir. Resûlullah’ın (s.a.s.) beşer olmasıyla ilgili âyetlerin gerek nüzûl sebepleri gerekse geçtikleri yerlerdeki siyak-sibaklarına baktığımızda şunu görürüz. Müşrikler ondan beşerüstü bir takım isteklerde bulunmaktadırlar. Nitekim Mekke’de yaşayan Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, Ebu Cehil, Velid b. Muğire gibi kâfirler bir gün bir araya toplanarak Rasulullah’ı (s.a.s.) yanlarına davet ettiler ve ondan, yerden pınarlar fışkırtmasını veya nehirler akıtmasını yahut göğü parça parça edip üzerlerine düşürmesini veya Allah’ı ve Melekleri göstererek, Peygamberliğinin doğru olduğunu ispatlamasını istediler. İşte bunun üzerine şu âyetler nâzil oldu: “Ve “Biz” dediler; “Sana asla inanmayacağız. Ta ki yerden bir pınar akıtasın. Yahut senin hurma ve üzüm bağların olsun da aralarından gürül gürül ırmaklar akıtasın. Yahut iddia ettiğin gibi gökyüzünü parçalayıp üzerimize kısım kısım düşüresin, ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza getiresin de onlar senin söylediklerine şahitlik etsinler. Yok, yok! Bu da yetmez, senin altından bir evin olmalı yahut göğe çıkmalısın. Ama unutma! Sen bize oradan dönerken okuyacağımız bir kitap indirmedikçe yine de senin oraya çıktığına inanmayız ha!” De ki: “Fe Sübhanallah! Ben sadece elçi olan bir insandan başka bir şey miyim?” (İsrâ, 17/90-93) ayetleri nazil oldu. Bu âyetlerden açıkça anlaşılmaktadır ki, Resûlullah’ın (s.a.s.) bir beşer olmasına vurgu yapılmasındaki amaç, Uluhiyete has olan şeylerin O’ndan istenmesidir. Diğer bir ifadeyle O’nun zor durumda bırakılması için, beşer kudretinin ötesindeki icraatların ondan beklenmesidir. Halbuki O bir beşerdir. Beşerin ilah olması imkansızdır. İşte bu imkansızlığı açıkça belirtmek için, beşeriliği ön plana çıkartılmıştır. Zaten o hiçbir zaman Allah’ın hazineleri benim yanımdadır dememiş, melek olduğunu iddia etmemiş, gaybın bilgisine muttali olduğunu söylememiş, ancak kendisinin vahiy alan bir elçi olduğunu bildirmiştir. D. Hz. Peygamberin Beşer Olmasını Nasıl Anlamalıyız? “Ben ancak bir beşerim” sözünden, bizim gibi bir beşer olmadığını, âyetin devamındaki: “ancak bana vahyediliyor” cümlesi açıkça vurgulamaktadır. Kendisine vahiy gelen bir beşerin, diğer insanlarla eş tutulması âyetin yarısının görmezlikten gelinmesi anlamına gelir. Zaten tarihte hiçbir müslüman, Resûlullâh’ı (s.a.s.) beşeriliğin ötesinde tutmamıştır. Onu seven ve saygı duyan ümmetinden hiçbir fert, daha önceki bazı ümmetlerin kendi peygamberlerine izafe ettikleri uluhiyet vasfını ona vermemiştir. Çünkü diğer din müntesiplerinden bazıları peygamberlerini bir ilah ya da ilahın bir parçası olarak kabul ettikleri halde, Müslümanlar Hz. Muhammed’i (s.a.s.) ne kadar severlerse sevsinler, saygılarındaki ölçü ne kadar ileri derecede olursa olsun, onu ancak Allah Teala’dan dolayı sevmekte ve saygı duymaktadırlar. Allah gibi sevip saygı göstermekle, Allah’tan dolayı sevip saygı duymak birbirinden tamamen farklıdır. Bu önemli bir ayırımdır. Eşsiz Hayatı Bunun en çarpıcı örneklerinden biri Auguste Comte’dir. Fransız filozofu Auguste Comte (1798-1857), pozitivizmin kurucularındandır. Hayatı, hep din düşmanlığı ile geçmiştir. Çünkü ona göre, bilim ve tecrübenin sahasına girmeyen her şey safsatadır. Ancak, Tarih-i Murad’da onunla ilgili şöyle bir hâdise nakledilir: Bir aralık Comte, Endülüs’e gitmiş; oradaki İslâmî sanat eserlerini hayranlıkla seyretmiş ve İslâm hakkında malûmat edinmek için bazı kişilere sorular yöneltmiş... Aldığı cevaplar arasında bilhassa, Efendimiz’in ümmî oluşu, onu şaşkına çevirmiştir. İnanamamış ve Roma’ya giderek 9. Papa ile görüşmüş ve yemin ettirerek bu mevzuyu ona sormuştur. O da söylenenlerin doğruluğunu tasdik edince, filozof şöyle demekten kendini alamamıştır: “Muhammed bir ilah değil; fakat beşer de değil...” Zaten bizim Bûsırî’miz de öyle demiyor mu? “İlmin vardığı son nokta şudur: O, bir beşerdir, ancak Allah’ın yarattığı varlıkların en hayırlısıdır.” O bir beşerdir ancak taşlar arasındaki bir yakut gibidir. O, Allah’ın hususî olarak yarattığı ısmarlama bir insandır. Bir insan olarak aramıza katılışı bizler için en büyük bahtiyarlıktır. Çünkü cennetler bile O’nun teşrifiyle şeref kazanmıştır ve şeref kazanacaktır. Resûl-i Ekrem (s.a.s.) bir beşerdir, beşer olması itibarıyla beşer gibi davranış sergiler. O, aynı zaman da Resûldür, risalet itibarıyla Cenâb-ı Hakkın tercümanı ve elçisidir. Onun risaleti, vahye dayanır. Onun hakkında yanlış bir kanaate varmamak için onun beşeri özelliklerinin yanında hakiki mahiyetine ve peygamberlik yönüne bakmalıyız. Aksi takdirde ya O’na karşı büyük bir saygısızlık yapmış oluruz veya O’nun büyüklüğü hakkında şüpheye düşeriz. Unutulmamalıdır ki Kainatın Efendisi Hz. Muhammed (s.a.s.), Cenab-ı Hakk’ın bütün isimlerinin en mükemmel derecede tecelli ettiği kimsedir. Aynı zamanda O, Ezelî Kelâm olan Kur’ân-ı Kerîm’in tercümanıdır. Meleklerle sohbet etmiş, cin ve insanları irşad etmiştir. Hatta diğer ruhların ve meleklerin ötesinde Mi’rac’da ders almıştır. O’nun Cenab-ı Hakk katında özel bir yeri vardır. Hayatında meydana gelen yüzlerce mucize bunun en açık göstergesidir. O, meleklerin, insanların ve cinlerin efendisidir. Kâinat ağacının en münevver ve mükemmel meyvesidir. İlâhi rahmetin timsali ve Cenab-ı Hakk’ın en münevver bürhanıdır. Doğruluğun en parlak kandili ve yaratılış muammasının anahtarıdır. Varlık aleminin hikmetini o açıklamış, Yüce Yaratıcının gerçek anlamdaki saltanatını o dillendirmiş ve bütün isim ve sıfatlarıyla Alemlerin Rabbi olan Allah’ı o tanıtmıştır. O, varlıktaki en mükemmel örnektir. Dolayısıyla bütün bunlar göstermektedir ki o zat, kâinatın yaratılış gayesidir. O, özü ve konumu itibarıyla her zaman tavsif üstü, zatı açısından nazîrsiz, ötelere ait derinlikleri zaviyesinden ferîd-i kevn ü zaman, elindeki mesajıyla da apaçık bir bürhandır. Şöhreti tâ Adem Nebi öncesine dayanmakta; ziyası vücudundan evvel dillere destan; kudûmu ise –ayağı başımızın tacı– bütün insanlığa bir ihsandır. Varlığı vücud sadefinin en saf incisi, mesajı da mesajların en umumîsidir. İlmi bütün ilimlerin zübdesi, irfanı, etrafında en dırahşan çehrelerin toplandığı tertemiz bir kaynak, ufku da sonsuzu temâşâya koşan saf ruhların rasathanesi mesabesindedir. Gözler O’nun her yana saçtığı nurlar sayesinde gerçek çehresiyle eşyâyı temâşâ etme fırsatını elde etmiş; kulaklar O’nun söz zemzemesiyle söz cevherinden o güne kadar işitilmemiş lâhûtî besteler dinlemiş; O’nun atmosferinde nice gizli şeyler ayan olmuş ve bulanık düşünceler de durulup safvete ulaşmıştır. O’nu gören ve O’nu dinleyenlerin ruhlarındaki paslar çözülmüş, gözlerindeki buğular silinip gitmiş; başların en başından, sonların en sonundan verdiği haberlerle beşer idrakini aşkın bütün meçhuller aydınlanmış, belirsizlikler birer birer mânâ zeminine oturmuş ve topyekün varlık yaratılış gayesi açısından okunup yorumlanan bir şiir ve ebediyet edalı bir beste hâline gelmiştir.” (Kendi Dünyamıza Doğru s. 151)
|
Bu Makaleye Ait Eleştiri Makaleleri | |||||
|