|
![]() |
Makale Yazarına ait | Kitaplar | E-Kitaplar | Makaleler | Hakkındaki Makaleler |
Yazara ait kitaplar | |||||
|
Yazara ait e-kitaplar | |||||
|
Yazar Hakkındaki Tanıtım Makaleleri | |||||
|
Özeti |
Yayın Bilgileri | ||||||||||
|
Makale Metni [Yazdır/Print] |
Muhammed Es'ad Erbilî (1847/193)'nin Kur'ân-ı Kerim Âyetlerini Yorumlama Yaklaşımı Muhammed Es'ad Erbilî (doğum yeri ve yılı: Musul vilayetinin Erbil kasabası, 1847-ölümü: 3-4 Mart gecesi 1931, Menemen), son dönem Osmanlı mumsavvıflarındandır. O, eserlerinde çok sayıda âyeti ele alıp incelemiştir Tefsir alanında mütalaa edilebilecek "Fatiha-i Şerife Tercümesi" adlı müstakil bir tefsir eseri de vardır. Bu önemli âlimin âyetleri yorumlama yöntemini incelemekle, yaşadığı dönem ve mutasavvıf kişiliğinin Kur'ân'ı anlamaya nasıl yansıdığını ortaya çıkarmış olacağız. Ayrıca bu inceleme ile yakın dönemde işârî tefsirin nasıl cereyan ettiğini de görme imkânı bulacağız. I. Hayatı 1847 senesinde Musul vilâyetine bağlı Erbil kasabasında doğan Es'ad Efendi'nin babası Erbil'de bulunan Hâlidî tekkesinde post-nişîn Şeyh Muhammed Saîd, dedesi Halid-i Bağdadî halifelerinden Şeyh Hidâyetullah'dır. Zahirî ilimleri yirmi üç yaşında 1870 tarihinde tamamlayarak Tarîkat-i aliyye-i Nakşbendiyyeye intisab edip dönemin Nakşî şeyhi Tâha'l-Harîrî'nin hizmetine giren Es'ad Efendi, intisabının birinci yılı içinde tarikata girmek isteyenlere ders vermeye me'zûn ve beş sene sonra da şeyhinin makamında kulları irşada me'mûr kılınır. Daha sonra Kadiri tarikatının o dönemdeki mürşidi Seyyid Abdülhamid er-Rifkânî'nin icazetnâmesiyle 1883 senesinde irşâd için icazet alır. O tarihten itibaren iki tarîkin hizmetinde bulunur.1 1875 senesinde hacca giden Es'ad Efendi, döndüğünde şeyhinin vefatını öğrenmesi üzerine İstanbul'a gelir. İlk olarak Cağaloğlu'ndaki Beşirağa Dergâhı'nda bir müddet kaldıktan sonra Bâyezîd Parmakkapı'da bulunan caminin müezzin odasına yerleşir. Buraya gelip kendisini ziyaret edenleri günden güne artar. Fatih Camii'inde "Hafız Divan "ve Mevlâna Câmî'nin "Lüccetü'l-Esrar" adlı eserini okutur. Bu derslere pekçok dinleyici iştirak eder. Bâyezîd dersiamlarından Hoca Yekta Efendi ve onun gibi önde gelen zevat onu bu derslerinden tanıyarak intisap ederler ve ününün yayılmasına vasıta olurlar.2 Bu sırada sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından Meclis-i Meşâyih azalığına tayin olunan Es'ad Efendi, diğer taraftan Meşîhat'a müracaat ederek, o sırada boş bulunan Fındıkzade'de Şehremini Odabaşı semtindeki Kelâmı dergâhı seyitliği talebinde bulunur. Burası bir Kâdirî tekkesi olduğundan, buraya tayin olunabilmesi için 1883 tarihinde Abdülhamîd er-Rifkânî'den Kadiri icazetname alarak bu tekkenin şeyhliğine tayin olunur. Bu arada bir süre Fatih Halıcılar'da bulunan Feyzullah Efendi Dergâhı'na da devam eder. Burada şöhreti büsbütün yayılan Es'ad Efendi'ye Fatih ulemasından ve diğer kimselerden pekçok sayıda intisap edip, sohbet ve zikir halkasına devam edenler olur.3 Es'ad Efendi, 1900 senesinde Abdülhamid Han tarafından, bazılanna göre bilinmeyen bir sebeple,4 İbnülemîn'e göre ise, o sırada "bazı hadislerin tercemelerini yapıp neşrettiği 'Kenzü'l-İrfân' isimli eserinin zararlı olduğuna dair verilen jurnal üzerine"5 memleketi Erbil'de ikamete memur edilir. İsmail Kara'nın tespitlerine göre ise o dönemde hemen bütün tarikatları kapsayacak şekilde geniş ve sıkı bir denetimin yapıldığı ve yine her tarikattan birçok şeyhin sürgüne gönderildiği görülür. Bunların güya Sultan'a karşı toplandıktan şüphesi altında bulundukları, dolayısıyla bunların tedkik edilip dağıtılması gerektiğine karar verildiği belirtilir.6 Bu tedkikat neticesinde diğer tarikatlara mensup şeyhler gibi Nakşî şeyhlerinin de sürgüne gönderildiklerine dair bilgiler bulunur. Bunlardan biri Cumhuriyet devrinde de etkili olan Kelâmı Dergâhı postnişîni Erbilli Şeyh Muhammed Es'ad Efendi'nin Irak'a sürülmesidir.7 Es'ad Efendi'nin meşrutiyetin ilânından sonra İstanbul'a dönünce yazılarında, II. Abdülhamit ve istibdat aleyhinde ağır ifadeler kullanırken, İttihatçıları ve Meşrutî idareyi Övmesi, sürgünün se bebinin, o dönemde tarikatlara karşı alınan siyasî tavırla yakından alâkalı olduğunu gösterir."8 Es'ad Efendi, Meşrutiyetin ilanından sonra 190S'de sevenlerinin daveti üzerine tekrar İstanbul'a dönerek Kelâmı Dergâhı'ndaki görevine devam eder, Üsküdar'daki Selimiye dergâhı şeyhliği boşalınca oranın şeyhliği de Es'ad Efendi'ye verilir. Buraya vekil olarak oğlu Mehmed Ali Efendi'yi tayin eder. Kendisi de arası ra gelip irşad hizmetini oğluyla birlikte yürütür. Bu sırada milli mücadelenin başlaması Ü2erine Ankara'ya gidecek olan Fevzi Çakmak Paşa, bu dergâhta Es'ad Efendi ile görüşür ve kendisinden dua talep eder.9 Es'ad Efendi 1914 yılında önce Meclis-i Meşâyih azalığına getirilir. Daha sonra meclis reisi olur. Padişah Sultan Reşâd'm sevgisini kazanan Es'ad Efendi, aynı yıl içinde "sürre emmi" olarak hacca gönderilir. 1915 yılında Meclis-i Meşâyih reisliğinden istifa eder, Es'ad Efendi Kelâmı Dergâhı'ndaki görevinin yanısıra zaman zaman Selimiye Dergâhı'na da giderek İrşad faaliyetini tekkelerin kapatıldığı 3925 yılına kadar sürdürür. Bu dönemde birçok halife yetiştirdiğinden İstanbul, Anadolu, Yugoslavya ve Bulgaristan'da binlerce müntesibi olur. Tekkelerin kapatılmasından bir müddet önce İstanbul'a gelen ve Kelâmı Dergâhında onbeş gün misafir kalan Danimarkalı araştırmacı psikolog Cari Vett'in hatıralarından, onun dergâhına ilim ve devlet adamlarından pekçok İtibarlı kişinin o şartlarda bile devam ettiği anlaşılmaktadır.10 Es'ad Efendi 1925 yılında tekkelerin kapatılmasından sonra hiç sokağa çıkmamaya karar vererek Erenköy Kazasker'de satın aldığı köşkünde inzivaya çekilir, 23 Aralık 1930 yılında vuku bulan Menemen olayıyla ilgisi bulunduğu iddia edilerek oğlu Mehmed Efendi ile beraber Menemen'e götürülüp idam talebiyle yargılanır. Oğlu Mehmed Efendi idam edilirken, Es'ad Efendi hakkında verilen idam cezası yaşlılığı sebebiyle müebbet hapse çevrilir. Es'ad Efendi Menemen'deki askeri hastanede 'üremi'den tedavi gördüğü sırada 84 yaşında iken 3-4 Mart 1931 gecesi vefat eder.11 Es'ad Efendi'nin askeri hastanede yemeklerine zehir katılarak rahatsızlığının artırıldığı sonunda da damardan yapılan bir iğne ile hayatına son verildiği yani idam edildiği de ifade edilmektedir,12 Cenazesi ailesine verilmeyerek resmî makamlar tarafından Menemen'de defnedilir. Mezarının bulunduğu arsa üzerine 1962-63 yıllarında bir cami yaptırılır, Mahkeme zabıtları açıklanmadığından Es'ad Efendi ile oğlu hakkında verilen idam cezasının hangi delillere dayandırıldığı, olayla ilgilerinin olup olmadığı henüz anlaşılamamıştır. Es'ad Efendi'nin kuvvetli bir hafızaya sahip olduğu, senelerce evvel gördüğü birini hemen tanıyıp konuştuktan mevzuyu derhal hatırladığı belirtilir.13 Onun ana dili Türkçe olmakla birlikte, bunun yanısıra iyi seviyede Arapça, Farsça ve Kürtçe bildiği'14 ve bu dillerle kaliteli yazılar yazdığı görülür. Yine onun dili ve kalemi kullanmaktaki mahareti, edebiyatta kendisiyle Övünülebilecek bir mevkide bulunduğu ilgili eserlerde zikredilir".15 II. Eserleri Es'ad Efendi'nin kaleme aldığı önemli eser ve makale çalışmakta şunlardır: 1- Kenzü'l-İrfân: Bu eser, çeşitli konularla alakalı seçilmiş 1001 hadis-i şerifin metin ve Türkçeye tercümesinden oluşur. Seçilen hadis-i şerifler, genellikle çeşidi sözlü ve fiili amellerin fazileti, memdûh ve mezmüm huylar, Allah sevgisi ve korkusu, dünya ve dünya malının kötülüğü, büyük günahlar, helâl ve haram olan şeyler gibi konulan içerir. Es'ad Efendi'nin bu esere yazdığı önsöz incelendiğinde hadislerin ve sünnetin dindeki önemli yerini belirtmek ve halkı sünnet aleyhinde oluşacak olan yanlış anlamalardan vazgeçirerek, ilim ve irfan kaynağı olan bu mübarek sözlere itaata ve bunlardan istifadeye davet etmek üzere hazırladığı anlaşılmaktadır. Bu eser, İstanbul'da eski harflerle 1317 ve 1327 tarihlerinde iki defa neşredilmiştir. Yeni harflerle de pek çok kez basılan eser, son olarak Erkanı Yayınlan'nca aslî şekline uygun bir tarzda ve hadis-i şeriflerin kaynaklan da tespit edilerek İstanbul'da 1989'da basılmıştır. 2- Mektûbât: Es'ad Efendi'nin en kapsamlı ve hacimli eseri bu adla yayınlanan mektuplarıdır. Özellikle Erbil'de bulunduğu sırada sevenlerine ve dostlarına yazdığı tasavvufi ağırlıklı yüz elli dört mektuptan oluşur. Es'ad Efendi bu mektuplarda döneminde geçerli olan oldukça edebî ve âhenkli bir dil kullanmıştır. Yazılarını genellikle âyet-i kerimeler ve hadis-İ şerifler etrafında şekillendirmiştir. 3- Divan: Es'ad Efendi'nin ağırlıklı olarak Türkçe ve Farsça yazdığı şiiirleri toplayan bir eserdir. Burada müellif anız veznini büyük bir ustalıkla kullanmış, zaman zaman da tasavvufi halk edebiyatı şairleri gibi şiirler ve onlara tahmisler de yazmıştır. Şiirlerde yer yer Arapça manzumeler göze çarpmakta, üstelik Di vân'da bir de bir Kürtçe gazele rastlanmaktadır. 4- Tevhid Risalesi Tercümesi: Muhyiddin İbnü'l-Arabi'ye izafe edilen bir risalenin Türkçe tercüme ve serilidir. Bu risale, H. Kamil Yılmaz'ın tespitine göre, İb-nü'l-Arabi'ye değil Evhâdüddin Balyânî'ye aittir.16 Eser ilk defa İstanbul'da Ali Kadri tarafından 1337'de 103 sayfa olarak basılmıştır. 5- Risale-i Es'adiyye: Bu risale, tasavvuf ve tarikat!e ilgili mevzuları öz halinde ele alıp açıklayan küçük hacimli bir eserdir. Müellif, müridlerin isteği üzerine bu eserinin başlangıcında 'kendi kaleminden müellif' başlığı alımda kısaca hayat hikâyesini yazmıştır. 6- Fatiha-i Şerife Tercümesi: Bu çalışma, Fatiha sûresinin oldukça kısa bir tefsiridir, Eski harflerle müstakil olarak, yeni harflerle Risâle-i Es'adiyye ile birlikte İstanbul'da Erkanı yayınlarınca 1986'da 6 sayfa hâlinde neşredilmiştir.17 Makaleleri: Es'ad Efendi'nin o dönemde yayınlanan Tasavvuf, Beyânü'l-Hak ve benzeri mecmualarda neşredilmiş yazılan da bulunmaktadır. Bu yazıların büyük bir kısmı 'Mektûbat'a eklenmiş, bir kısmı ise yayınlandıkları yerlerde kalmıştır. III. Es'ad Efendi'nin Kuran Âyetlerini Yorumlama Yaklaşımı Muhammed Es'ad Erbilî, devrinin âlim meşayıhından biri olarak bir kısım eserler kaleme almış ve o dönem yayınlanan mecmualarda bir takım makaleler yazmıştır. Bu çalışmaları incelediğimiz zaman, Es'ad Efendi'nin, fikir ve düşüncelerini sürekli âyet-i kerimelere istinâd ederek açıkladığını görmekteyiz. Biz burada özellikle "Eisâle-İ Es'adiyye ve Eâtiha-i Şerife Tercümesi" ile "Mektûbât" adlı eserlerinden harekede Es'ad Efendi'nin Kur'ân'a yaklaşımı ve âyetleri yorumlama yöntemi ile ilgili tespitlerde bulunmak istiyoruz. Es'ad Efendi, eserlerinde âyet-i kerimeleri çoğunlukla işârî olarak yorumlamış, özellikle de tasavvufla alâkalı âyetler üzerinde yoğunlaşmıştır. Es'ad Efendi'nin âyetleri yorumlama yaklaşımını rivayet, dirayet ve işârî olmak üzere üç ana başlık altında ele alıp inceleyeceğiz, A. Rivayet Tefsiri Yönünden Rivayet tefsiri, âyet-i kerimelerin diğer âyet-i kerimelerle, Hz. Peygamber(s.a.v.)'in sünnetiyle, sahabeden ve bir kısım âlimlerin görüşüne göre, tabiûndan nakledilen haberlere göre tefsir edilmesine denilmektedir.18 Es'ad Efendi de, âyetleri yorumlarken bazen âyeti yine âyetle, bazen âyeti badis-i şeritle bazen de sahabe ve tabiin sözleriyle tefsir etmektedir. 1. Âyeti Âyetle Tefsiri Âyet-i kerimelerden muradın ne olduğunu anlamak, onların delâlet ettikleri anlamlan ve ihtiva ettikleri hüküm, nükte ve incelikleri açıklamak için başvurulacak en sağlam ve en güvenilir yöntem, şüphesiz Allah'ın kelâmını yine Allah'ın kelamıyla izah etmektir. Zira kendi kelâmı Kurân'ı en iyi bilen ve ve tefsir edecek olan hiç şüphesiz Allah Teâlâ'dır. Kur'ân-ı Kerim'e baktığımız zaman onda değişik sebep ve hikmetlerle zikredilmiş âm-hâs, mutlak-mukayyed, mücmel-mübeyyen vs. lafızlar bulunduğunu; bir yerde mübhem olarak zikredilmiş bir hususun başka yerde açıklandığını, bir yerde kısaca temas edilen bir konunun da başka bir yerde tafsilatlı olarak anlatıldığını görürüz. Dolayısıyla Kur'ân'ı tefsir ederken ilk olarak bunların göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Böylece âyet-i kerimeler arasında vefımedüen tenakuz durumları ortadan kalkacak ve Ku-ir'ân-ı Kerim'i bir bütün olarak anlamak kolaylaşacaktır.19 Es'ad Efendi'nin âyet-i kerimeleri âyet-i kerimelerle tefsirine şu örnekleri verebiliriz: a. "Her biriniz için bir şeriat ve münevver bir yol tayin ettik"20 âyetinde geçen 'minhâc’ kelimesinin lügatte 'münevver bir yol' demek olduğunu dolayısıyla âyet-i kerimenin manasının: 'Ey kullarım! Sizin ber birinize iki şey vacip kıldım. Birincisi şeriat, ikincisi tarikat21 anlamına geldiğini ifade ettikten sonra, bu âyet-i kerimeyi açıklamak üzere "Ya Muhammedi Söyle: Eğer Allah Te-âlâ'nın muhabbetini, sevgisini arzu ederseniz bana tâbi olunuz"22 âyetini zikreder ve buna da 'benim suluk ettiğim şeriat ve tarikat yollarını takip ediniz’23 anlamını verir. b. Es'ad Efendi, "Göklerdekiler ve yerdekiler Allah'ı teşbih etmektedirler. O, azîz ve hakimdir"24 âyetinin tefsirinde akıllı olsun, akılsız olsun bütün mahlukatın geçmiş, şimdi ve gelecek zamanda sürekli olarak Allah'ı teşbih ve takdis ettiğini; kemâl sıfatlarıyla muttasıf ve noksan sıfatlardan münezzeh olan Al ah Teâlâ'nın buna hakkıyla lâyık olduğunu söyledikten sonra bu âyet-i kerimeyi açıklama sadedinde "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti..."25 âyet-i celîlesine dayanarak, "ister yıldızlar ve burçlar gibi ulvî, ister hayvanlar ve bitkiler gibi süfli olsun bütün varlıkların binlerce seneden beri değişmez ve sarsılmaz bir kanun ve hikmet üzere devam edegelmesinin, Cenâb-ı Hak'dan başka bir Allah olmadığına kesin olarak delâlet ettiğini"26 söyler. Buna göre birinci âyette bütün yaratılmışların sürekli teşbihlerini, ikinci âyetin ifade ettiği 'gökte ve yerde O'ndan başka ilah olmayışı' ile tefsir eder.27 2. Âyet-i Kerimeleri Hz. Peygamberin Sözleriyle Tefsiri Rasûhıllah (s.a.vVm kendisine indirilen Kur'ân âyetlerini tefsir, tebyin ve tebliğ görevi vardı. Dolayısıyla Allah Teâlâ'dan sonra âyetleri açıklama yetkisi ona verilmişti. O da bu yetkiye dayanarak, bütün âyetleri olmasa da bir kısım âyetleri tefsir etmiştir. Es'ad Efendiriin bir kısım âyet-i kerimeyi Hz. Peygamber'in ha-dis-i şeritlerinden istifade ile açıkladığını görmekteyiz. Konuyla ilgili şu örnekleri verebiliriz: a. Es'ad Efendi, "Artık Rabbİnize dönün (enîbû ilâ rabbiküm) ve ancak O'na teslim olun"28 âyet-i kerimesini, sünnet üzere zikrin keyfiyetlerini ve dinî işlerini ilim sahibi meşayıhtan öğrenmek için mükellefin müracaat etmesi anlamında yorumlayarak,29 âyetin bu şekilde anlaşılmasının mümkün olabileceğini Rasûlullah (s.a.v)’ın şu hadisleriyle delil getirerek desteklemektedir: "İlim öğrenmek her müslüman erkek ve kadına farzdır",30 "Benden sonra Ebubekir ve Ömer'e uyun. Ammâr'ın hidâyeti gibi lıidâyeı sahibi olun ve Abdullah ibn-i Mesud'un sözlerine ihtimam ile tutunun" ,31 "Alimler peygamberlerin vârisleridir”32 ve "Alimlerin gösterdiği yolda gidiniz. Çünkü onlar dünyanın ışığı ve ahiretin aydınlığıdır'.33 b. "Sizin Allah katında en şerefliniz, en muttaki olanınızdır"34 âyet-i celîlesini, bir dervişin takva ve şerefini medhetmek üzere zikretmektedir.35 Bu yorumunu ise Hz. Peygamber'in "İnsanların Allah nezdinde en şereflisi, en müt takî olanlarıdır"36 hadisiyle desteklemektedir. c. "Huşu ile namazlarını kılan mü'minler kurtuluşa ermişlerdir"37 âyetini şöyle tefsir etmiştir; "Yani 'namazı huşu ile edâ eden mü 'minler ahiret azabından kurtuldular' buyurmuş olduğu gibi, Peygamber Efendimiz dahi 'huşuu olmayan bir kimsenin namazı kabul olamaz ve vadedilen faydası da beklenemez' demişlerdir. Bu gibiler ancak Şeriat aç ısından farzını edâ etmiş ve namazı terkedenler için belirlenen cezadan kendini kurtarmış otur."38 Bu âyeti yorumunda ise "Huşûu olmayan kimsenin namazı kabule şayan olmaz. Va'd olunan faydası da beklenemez39 hadisini kullanmıştır. d. "İyilikte ve kötülüklerden sakınmada birbirinizle yardımlasınız"40 âyet-i kerimesini, kul için oldukça mühim olan ruhî gıda ve İlâhî feyizleri istemek için evliyanın vasata kabul edilmesine, ruhâniyetlerine sığınılmasına ve tevessüle delil saymakta41 ve bu âyeti tefsir sadedinde "Her bir sanatı öğrenmek 3. Âyet-i Kerimeleri Sahabe Sözleriyle Tefsiri Es'ad Efendi'nin bîr kısım âyetlerin açıklanmasında sahabe sözlerine itimat ettiğini müşahede etmekteyiz. Bununla ilgili şu örnekleri kaydedebiliriz; a. Es'ad Efendi, "Bana kuvvetle yardım ediniz"43 âyet-i kerimesini tevessüle delil olarak zikretmekte, bunu açıklamak üzere de Hz. Ömer'in şu olayım ve sözünü nakletmektedir: Hz. Ömer Peygamberimiz'in amcası Abbas ile tevessül ederek: 'Ya Rabbi, kuraklık içinde kalınca Peygamberimiz ile sana tevessül ederdik. Bize yağmur verirdin; şimdi de onun amcası ile tevessü! ediyoruz, bizi suya kavuştur' derdi ve yağmur yağardı.44 b. "Ey Peygamber! Mü'mîn kadınlar bey'at etmek üzere sana geldikleri zaman... onların bey'atini kabul et ve onlar için istiğfar et"45 âyet-i kerimesini zikrettikten sonra bunu tefsir etmek üzere Hz, Aişe (r.a.)'nin: "Ra sû külah (s.a.v) hiçbir kadının elini kendi eline kat'iyyen dokundurmadı ve tutmadı, Onlar adına ahid aldığı zaman sadece 'hepinizin bey'atlerini kabul ettim' dedi" sözünü aktararak, Peygamberimize kadınlann bey'at ettiğini ve asla onların elle dokunmadığı yorumunu yapmaktadır,46 B. Dirayet Tefsiri Yönünden Dirayet tefsiri, sadece rivayetlerle yetinilmeyip âyet-i kerimelerin dil, edebiyat, şiir, tabiat bilimleri gibi çeşitli aklî bilimlerden faydalanılarak tefsir edilmesine denilmektedir. Bu tür tefsirde daha ziyade müfessirin kendi icıihad ve görüşü önem arzetmektedir.47 Bu tarife göre Es'ad Efendi'nin de bir kısım âyeı-i kerimeleri kendi re'y ve içtihadıyla tefsir ettiğini görmekteyiz. Onun bu manada yapmış olduğu tefsirleri aşağıdaki başlıklar altında değerlendirmemi?, mümkün olabilir: 1. İnsanın Mükerremliği ve Yaradılış Maksadı Es'ad Efendi, "Şüphesiz biz, İnsanı mükerrem kıldık"48 âyet-i kerimesini, "Acaba bu mükerrem Âdemoğlu kimdir''' Toprak ve sudan yaratılmış bulunan maddî varlık yani cesed mi yoksa kuvve-i natıka denilen düşünme, konuşma kabiliyetine sahip oluşuyla diğer canlılardan ayrılan insan cinsi midir? Elbette bunların hiçbiri değildir. Zira azgın nefsinin gayr~i meşru, taşkınlıkları ile şeriat ve tarikatı ayaklar altına alan, süfli isteklerinin esiri bulunan kimseler, asla mükerrem olamazlar, İrfân erbabına ve vicdan sahiplerine göre bu tip insanlara kara cahil demekten başka sıfat yakışmaz. Mükerrem denilmeye layık Âdemoğlu ise nefs tezkiyesiyle güzel ahlâka sahip olarak dışını ve içini temizleyip süsleyen, şeriat hizmetinde tarikat sırrına vakıf bahtiyar kimselerdir”49 şeklinde yorumlar "Ben insanları ve cinleri yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım"50 âyetini de, "Bir kulun, amel ve ibadet sayesinde ancak isyandan nefsini kurtarmış olacağını, fazla bir fazilet iddiasında bulunamayacağını ve her zaman hayırlı dualar ve evliyâullahın kalbi teveccühleri gibi kıymetli vasıtalardan bekleyeceğini”51 belirterek kulun kendi amel ve ibadetlerine güvenmeden din kardeşlerinin hayır dualarını almaya bakması gerektiği şeklinde tefsir eder. 2. Allah Yolunda Cihad "Allah, müzminlerden nefislerini ve mallarını, cennet mukabili satın almıştır"52 âyet-i kerimesi hakkında: "Dünya asayişi ve maddî ihtiyaçların te mininin ancak mal ve can feda etmekle mümkün olabildiği nasıl herkesçe kabul edilmiş bir gerçek ise (zikrettiğimiz âyet-i kerime gibi) kati ve açık delillerle sabit olduğu şekilde, uhrevî saadet ve ebedî selamete de Hz. Peygamber'in tebliğ ettiği şeriat ve tarikat ölçülerine itina ile uyup, mal ve cana ait bütün emirlerine içtenlikle kulak vermekle eritebileceğini düşünsünler"53 yorumunu yapar. Böylece dünya ile ahi re t mutluluğunu kıyaslayarak her ikisinin ve özellikle bu âyet-i kerimeye istinaden ahiret saadetinin elde edilme şartlarını İzah etmeye çalışır. 3- Emr-i bi'l-Ma'rûf ve Nehy-i ani'l-Münker "Sizden, İnsanları hayra davet eden, iyilikleri emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. Onlar gerçek kurtuluşa erenlerdir”54 âyet-i kerimesinin tefsirini yaparken Öncelikle, "Bilindiği gibi mü 'minleri kâfirlerin cahiliyye devirlerine ait âdet ve gayr-i meşru davranışlarından sakındırıp, dünyevi ve ubrevî kurtuluşa sebep olacak hakikatleri açıklayan âyetlerde öncelikle takva ve taat ile iman sahiplerinin birlik ve beraberliği ve karşılıklı. muhabbeti emredilmektedir”55 diyerek bu âyet-i kerimenin, bir önceki âyet-i kerimeler ile münasebetini ortaya koyar. Sonra da bu hakikati müslüman fertlerin dağlı, köylü, şehirli her seviyeden câhillerine öğretilmesi ve anlatılması gerektiği hakkında bu âyet-i kerimenin inzal edildiğini vurgular ve âyet-i kerimeye şöyle bir yorum getirir: "Ey İslâm cemaati! Sizden bir grup, dini ilimleri öğrendikten sonra insanları gerçek tevhide ve islâm 'ı yaşamaya çağırsın. Şeriatın ve aklın meşru kabul ettiği şeyleri kendisi getirdikten sonra diğer insanlara da emretsin. Yine şeriat ve akıl ölçülerine göre çirkin olan davranışları kendisi terkettikten sonra başkalarını da o kötülükten sakındırsın. İşte bunlar hakikaten kurtuluşa erenlerdir. Şayet bu kimseler Allah 'in emir ve nehiylerine itina göstermez, ilimleri ile amel etmezlerse ilâhî hükümleri insanlara tebliğ etmeye lâyık değillerdir. Bu gibilerin tebliğlerinin tesiri de olmaz. Sözün kısası Allah Te-âlâ insanların cehalet ve günahtan kurtulması ve ma'rifet nurlarından istifade edebilmesi için hususî bir topluluğun ilim ve amel yönünden yetiştirilmesini emrederek bu görevi farz-ı kifaye olarak müslümanlara yüklemektedir. Bu mukaddes görevin övünç vesilesi olan yükü de şüphesiz, zahiren ve bâtınen âlim olma sıfatını kazanmış mürşidlerin sorumluluğuna verilmiştir"56 Daha sonra 'ulemâ-i zahir' ve 'ulemâ-i bâtın'dan kasdının ne olduğunu ayrıntılı olarak açıklar. O, bu âyet-i kerimeye göre her iki âlim g ru bun un da yetiştirilmesini Ümmet-i Muhammed üzerine farz-ı kifâye olarak görür. Yine bu bağlamda zikrettiği, "Sizler insanlar arasından seçilmiş iyiliği emredecek, kötülükten sakındıracak en hayırlı ümmetsiniz"57 âyet-i celî-lesini ise "hu tertemiz vazife manevî hir miras olarak peygamberlerden alimlere intikal etmiştir Ve'l-Asr sûresinden anlaşılacağt üzere de hüsranın gerek azından gerek çoğundan kurtulabilmek için; önce îman sonra salih amel, üçüncü olarak da hakkı tavsiye, va'z ve nasibette bulunmanın zarurî oluşuna işaret edilmektedir. Bu yüzden sizin gibi sözü dinlenen bir âlimden, din kardeşlerimizi ikaz etmek, geleceğimizden, abiret ahvalinin şiddet ve öneminden haberdar etmek"58 şeklinde açıklar. 4. Şükür ve Nankörlük: Bir dervişe dua mahiyetinde "Eğer şükrederseniz nimetimi artırırim"59 âyet-i kerimesine yer vererek Allah'ın nimetlerine şükretmeyi tavsiye eder. Aynı âyet-i kerimenin "Eğer nankörlük ederseniz şüphesiz benim azabım şiddetlidir"60 kısmını ise: "Yani şükür vazifesini yerine getirmek nimetlerin artmasını gerekli kıldığı gibi, nimetlere karşı nankörlük yapmak da rahat, kanâat, sevinç ve neş'e gibi kalbin asayişini yok eder ve insanı sıkıntıya sokar'61 şeklinde yorumlar. "Allah'ın nimetlerini saymaya kalkarsanız sayamazsınız"62 âyet-i kerimesi sadedinde ise, kişinin evlad ü iyâline karşı gösterdiği muhabbet ve onlar için yaptığı fedakarlıktan daha fazlasmı Allah muhabbeti için yapmasını, vakitlerinin büyük bölümünü O'na ayınnasını tavsiye etmektedir. Zira Allah bakîdir, ikram edip nimet vericidir, rezzâktır, terbiye edip yetiştirendir. Mâsivâya verilen emek ise zayidir, bazan zararlıdır, en azından fânidir ve yok olup gidicidir.63 5. Birlik ve Beraberlik "Allah'ın ipine toptan sımsıkı sarılın, ayrılmayın"64 âyet-i kerimesini, Arapların dağınık ve birbi ileriyle kavgalı kabileler iken Kur'ân-ı Kerim'e ve Re-sûlullah (s.a.v)'ın sünnetine sımsıkı s anim ak suretiyle dünyanın en ileri milleti ve devleti hâline geldikleri; bugün içinde bulunduğumuz inhitattan kurtulmamız için de yine Allah'ın ipi olan Kur'ân'a ve Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılmamız lâzım geldiği sadedinde zikretmektedir .”65 Mü'minler ancak kardeştirler..."66 âyet-i kerimesi gereğince alimlerin ve mürşidlerin, "bütün ehl-i dine şâmil olacak muhabbet ve sadâkatin, riya ve dalkavukluk şüphelerinden uzak bir şekilde mü'minlerin kalplerinin bir ve beraber olması; hayat ve ölümlerinin izzet ve uzletlerinin birbirine bağlı bulunması gereğini anlatmak ve özellikle maneviyat erlerinin yetiştirilmesi maksadıyla birer okul olarak inşa edilmiş olan bir çok dergâhın hizmetlerini yerine getirmekle şan ve şereflerini yüce tatmaya itina göstermeleri''67 gereği üzerinde durur, 6. Kur'ân'ı Tanımlaması Bir mektubunda da, Kur'ân-ı Kerim'in Hz. Muhammed (s.a.v)'e indirilmiş mahza nûr, ilâhî düstûr ve ahlâk mecellesi olduğunu; bu kitabın Allah'ın birliğini, O'nun iradesine teslimiyeti, maddî ve manevî terakkiye medar olacak ilim ve irfanın tahsilini, iffet ve namusun gerekliliğini ve kardeşliğin esaslarını kuvvetlendirmeyi emrettiğini belirtmiştir. Kur'ân-ı Hakîm'e riâyet edenlerin yüksek ahlâkî değerlere sahip olup yücel diklerini ve büyük medeniyetler vücûda getirdiklerini, dolayısıyla bu da Kur'ân'ın sıradan bir kitap olmadığını, insanları gaflet ve cehaletten kurtaracak, ahlâksızlığı ve fenalığı kökünden söküp muhabbet, sadâkat, merhamet, cesaret, sa'y ü gayret gibi en kıymetli faziletleri öğreten bir kitap olduğunu ispat ettiğini vurgular. Kur'ân-ı Kerim'i dikkatle mütalaa edenlerin, her türlü şan ve şerefi, bütün dünyevî ve uhrevî selâmet ve saadeti orada bulacaklarında asla şüphe olmadığını izah eder.68 7. Allah Yolunda İnfak Bu konuda Hadîd sûresinin "Size ne oluyor ki Allah yolunda infakta bulunmuyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin miras Allah'ındır..." şeklinde başlayıp devam eden 10. âyet-i kerimesini bahis mevzuu seçerek onu tefsir etmektedir: 'Bu âyet mü'minlerin kurtuluşa ererek cennete girmelerini sağlayacak olan sadaka ve in faka riayet etmeyen ümmetin hâlini hayret ifadeleri ile ferman buyurmaktadır. Evet, zenginlerin ve servet sahiplerinin Allah yolunda infak hususundaki gevşekliği gerçekten üzüntü vericidir" dedikten sonra cimriliğin kötülüğü, sadakanın fazileti ve zekâDn ehemmiyeti hakkında Rasûlullah (s.a.v)ın bir kısım hadîs-i şeriflerini kaydeder ve âyet-i kerimeden kasdoian ma'nayı tefsire şöylece devam eder: "Bilinmelidir ki, âyetteki Size ne oluyor ki, Allah yolunda infakta bulunmuyorsunuz' cümlesinde vâkî olan hitabın bütün ehl-i imana şâmil olduğunda şüphe yoktur. Yani ey mü'minler topluluğu, dünya malının sarfedilmesindeki faydalar nice âyet-i kerimede açıklandı ğı hâlde, sizleri Allah yolunda infak gibi Önemli mes'eleden alıkoyan nedir? Acaba fanî olan dünya evinde bakî olmadığınızı ve ebedî olan ahiret evine gitmeye mecbur bulunduğunuzu ve bilhassa elinizde mevcut olan bütün mal ve eşyadan sadece bir kefen kadarım alıp diğerlerini terke t meye mahkum olduğunuzu bilmiyor musunuz? Şunu bilin ki, elinizdeki mal ve servetten ayrılacaksınız. Hay ve Bakî olan Allah Teâlâ ise sizin bıraktığınız şeyleri dilediği kullarına ihsan eder. Sizler de elinizdeki fırsatları kaçırmış olarak dünya hayatım terk edip gidersiniz. Bu âyet-i kerimede birkaç mühim manaya daha işaret vardır-. Birincisi: Kiralık evlerde oturmakta olan kiracıların bir evden diğer bir eve taşınırken bütün eşyasını beraberinde götürüp, sevdiği mallarından hiçbir şeyi bırakmayacağı herkesçe bilindiği hâlde, h&rşeye muhtaç olarak kabir evine gidenlerin sevdikleri eşyalarından kısmen olsun bir şeyi beraberlerinde götür-memeleri gerçekten hayret ve dehşet verici bir durumdur. İkincisi: Kulun, Allah Teâlâ 'nın kendisine emaneten ihsan buyurduğu emvalden ayrılacağı câ-y-ı iştibâh değildir. Şu kadar var ki fakirleri doyurmak, düşkünleri giydirmek, cami yaptırmak, islâm 'ın zaferi ve mü'minlerin kuvvetlenmesi için gerekli olan savaş âletlerine ve nakliye vasıtalarına sarfederek malı elden çıkarmak hemen ve ileride sevaba vesile olacaktır. Aksine sadece pintilik duygusu denilen âdi tabiat yüzünden veya âyetlere ve hadislere samimiyetle itimat edememek yüzünden cimrilik hastalığını cömertlik şerefine tercih edenlerin yani malının fazlasını kısmen de olsa yukarıda bahsedilen yollardan herhangi birine sarfetmeyerek ölüm ile bu mallardan ayrılmak zorunda kalanların ilâhî azaba uğramaktan korkmamaları gerçekten üzücü bir hâldir.69 8. Namaz ve Huşu Namaz' mevzuunu ele aldığı bir yazısında, bu konuyla alâkalı olarak İki âyet-İ kerimeye ve tefsirine yer vermektedir: "...muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak, elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür..."70 âyet-i celîlesine göre namaz kılan mü 'minlerin her türlü kötülük ve yasaklardan kendini korumuş olması gerekirken pek çok namaz kılan kimsenin bir takım haram ve yasaklardan kendilerini kurtaramadıklar görülmektedir. Dolayısıyla bu husustaki problemlerinin çözümü için müracaat eden bir zata vermiş olduğu cevabı, arzu eden kardeşlerimizin de gözden geçirmeleri için özetle yazmaya çalışacağım. Şöyle ki: Hakk celle ve ala Hazretleri: "Huşu ite namazlarını kılan mü'minler kurtuluşa ermişlerdir".71 "Yani 'huşu ile namaz kılan mü'minler ahiret azabından kurtuldular' buyurmuş olduğu gibi, aleybisselâtü vesselam Efendimiz dahî 'huşûu olmayan bir kimsenin namazı kabule layık olamaz ve va 'd olunan faydası da beklenemez' demişlerdir. Bu gibi kimseler ancak şeriat açısından farzını edâ ettiklerinden namazı terkeden kişiler için belirlenen şer'î cezadan kendini kurtarmış olur. "72 Bu açıklamayı müteakiben huşunun zahirî ve bâtını olmak üzere İkiye ayrıldığını söyleyerek bunları namazdaki tatbik ediliş şekliyle beyan eder. 9. Şeytan ve Vesvese Es’ad Efendi "...İnsanların sadırlarına durmadan vesvese veren Han-nâs'ın şerrinden... İnsanların Rabbine, melikine ve ilâhına sığınırım”73 âyet-i kerimesini zikrederek şu tefsiri yapar: Bu âyet-i kerimede 'Cenâb-ı Hakk 'bannâs'tan kendisine sığınmamızı emrediyor istiâzemizi emir buyuruyor. Hannâs, şeytandır. Bir şeytan mü 'mirileri gözetlediği ve kalbin zikirle meşgul olduğunu anlayınca geri çekilip savuştuğu gibi zikirden gafil bulunanların gönlüne de olumsuz düşünceler atmakladır. îşie bunun için dünyada iken bir tarikata intisâb etmek ve mürşidin Öğretip telkin ettiği zikr ile kalbini ihya etmek her mü 'min için önemli ve gereklidir. “74 Görüldüğü üzere bu ve benzeri âyet-i kerimelerin tefsirinde Es'ad Efendi, sürekli tasavvuftaki kalbin zikrullah ile İhyâsı ve Allah'tan asla gafil olmaması düşüncesi üzerinde yoğunlaşmakta ve bu noktayı ön plâna çıkarmaktadır. Aynca "Ey Âdemoğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır, dememiş miydim?"75 âyeti kerimesini zikrederek, "Yani ey Âdemoğıdlan! Arzu ve isteklerine uymak suretiyle şeytana kulluk etmeyiniz diye size aklî ve naklî delillerle emretmedim mi? Demek ki, şeytan kendini müdafadan âciz bulunan bir mü 'mine karşı amirlik sıfatım takınarak ve bozuk fikirleri gönlüne düşürerek Mevlâ'ya itaatten alıkoymayı keı. dişine vazife edinmiş ve tesirini de görmüştür. Binâenaleyh 'Sadıklarla beraber olun'76 ilâhı emrine uyarak manevî bir yola girmek o tarikatta bulunan ümmetin büyüklerinin ruhanî yardımlarıyla kuvvet kazanmak gereklidir. Zira 'kim bir topluluğa katılırsa onlardan olur"77 buyurulmuştur. Şüphesiz bir insan sûfiler cemaatına muhabbetle katılır, zikir ve fikirlerine iştirak ederse onlardan sayılacağı gibi mahşerde de himayeleri altında bulunacaktır''78 yorumunu yapmaktadır. 10. Ölüm ve Kıyamet Ahvali Es'ad Efendi, "Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki, yakıtı insan ve taşlardır"79 âyeı-i kerimesinin üzerinde çok düşünülmesi gerektiğini ve bundan dersler alıp öylece hareket etme lüzumunu tavsiye eder. "Rab'inin makamından korkan kimseye iki cennet vardır"80 âyet-i kerimesini, "Bilindiği gibi insanlar hem dünyada hem de ahirette saadet ve selâmete ermek için oldukça önemli ve mukaddes iki şeye muhtaçtır. Bunların birincisi yüksek ruhî isteklerdir ki, hu yüce duygularda zirveye ulaşmış ve bu hak vergisine ermiş olanların, yalnız ahirette değil dünyada bile mutlu ve hürmete lâyık oldukları herkesin kabulüne şayan bir gerçektir"81 şeklinde tefsir eder. "Her nefis ölümü tadacaktır"82 âyet-i kerimesi gereğince sâlikin "gerçekten ölümün amansız pençesine düşeceğini, bütün malından, çoluk çocuğundan ayrılarak sadece bir kefenle ahiret yolculuğuna çıkacağını düşünmesi”83 gerektiğini belirterek, bu âyet-i kerimenin tasavvuftaki 'râbıta-ı mevt'in mesnedini teşkil ettiğine işarette bulunur. "Biz Allah'ınız ve O'na döneceğiz"84 âyet-i kerimesini hakkıyle tefekkür eden akıllı olgun bir kulun şüphesiz bütün gayretini dehşet ve vahşet mekânı olan kıyametin sıkıntılarından kurtulmaya sarfedeceğini, dolayısıyla gelip geçici olan dünya mal ve saltanatını yegâne gaye edinmeyeceğini söyler. Bu âyet-i kerimeyi yalnız lisânen dahî olsa söylememiz gerektiğini ve tamâmına nâiî olmak için Cenâb-t Hakk'a tazarru' eylememiz lâzım geldiğini hatır!atır."85 "O gün ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a kalb-i selim ile gelenler (o günde Çayda bulur)"86 âyet-İ kerimesinden hareketle yine tarikat evradı çekecek dervişin “kalbin manevî basialıklannm şifasına vesile olabilecek sebeplerin gerekliliğini tefekkür etmesi gerektiğini”87söyler. "O (kıyameti) gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir hâlde görürsün, oysa onlar sarhoş değillerdir, fakat Allah'ın azabı çok şiddetlidir"88 âyet-i kerimesinde "âhiretin korkunç ve şiddetli olayları" bildirildiğini ifade edip, Allah Teâlâ'nın kıyametin şiddetini mü'minlere asan buyurmasını ister89 “.. .(Kıyamet günü) konuşma esnasında günah ve hatalarını itiraf ile azarlanmadan kurtulmak için 'Allah gafurdur' diyen bir takan laubaliler muhakkak bilsinler ki, kendilerini aldatmış olurlar. Zira âyet-i kerimede 'Şüphesiz ben, tevbe edeni bağışlarım'.90 buyurulmuştur. Yasak ve günahlarda ısrar edenler hakkında böyle bir müjde sâdır olması şöyle dursun aksine Kur'ân 'da: Şeytan sizi benim avf ve mağfiretimle iğfal etmesin”91 buyurulmuştur".92 Görüldüğü üzere burada Es'ad Efendi iki âyet-i kerimeyi, Allah'ın ancak tevbe edenler için bağışlayıcı olduğunu, merhametine güvenip mekrin-den emin olmamak gerektiğini vurgulamak, böylece bağlılannı gaflete düşmekten korumak maksadıyla verir. C. İşârî Tefsir Yönünden İşârî tefsir, âyet-i kerimelerin ancak bir takım erbâb-ı sülukûn bilebileceği anlam ve işaretlere göre tefsir edilmesi demektir. Dolayısıyla bu tür tefsirde âyetlerin zahirî manasından ziyade bâtınî manaları üzerinde durulmaktadır, Fakat böyle bir tefsir anlayışında yanlış yorumlara sebep olabilecek durumlar bulunduğundan, bu tür tefsirin kabul edilebilmesi için; bâtını mananın lâfzın zahirine aykırı olmaması, verilen manayı doğrulayan şer'î bir şâhid bulunması, verilen manaya şerl ve aklî bîr muarız bulunmaması, batınî mananın âyetten anlaşılması gereken tek mana olduğu ileri sürülmemesi gibi şartlar ileri sürülmüştür.'93 Es'ad Efendi, ele aldığı âyetleri genellikle işârî olarak yorumlamış ve yorumlarında yukarıda belirttiğimiz kabul şartlarına muvafık hareket etmiştir. Kur'ân âyetlerini bu şekilde yorumlarken aklın sınırlarım zorlayacak tevillerden uzak durmuştur. Örnek olarak şu yorumlarını verebiliriz:
1. Tarikatın Lüzumu Es'ad Efendi, tarikatın manası ve lüzumuna âyet-i kerimelerin de İşaret ettiğini belirterek, "Her biriniz için bir şeriat ve münevver bir yol tayin ettik"94 âyet-i kerimesinin bunu ifade etmekte olduğunu söyler. Zira; "âyet-i kerimede geçen 'minhâc' kelimesi lügatte 'münevver bir yol' demektir. Fabreddin Râzî hazretlerinin tefsirinden95 ve diğer tefsirlerden anlaşıldığı üzere âyet-i kerimenin manası: "Ey kullarım/ Sizin her birinize iki şey vacip kıldım. Birincisi şeriat, ikincisi tarikat' demektir."96 Yine Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de: "Ya Muhammed! Söyle: Eğer Allah Teâla'nın muhabbetini, sevgisini arzu ederseniz bana tabi olunuz"97 yani "benim sülük ettiğim şeriat ve tarikat yollarını takip ediniz". Es'ad Efendi, bu konuda başka âyet-i kerimeler bulunmasına rağmen, tarikatin gerekliliğini ispat için bu iki âyet-i kerimenin iki âdil şahit olduğunu söyler98 2. Mürşide İntisap Es'ad Efendi, "Artık Rabbinize dönün (enîbû İlâ rabbiküm) ve ancak O'na teslim olun"99 âyet-i kerimesinde geçen 'inâbe' lafzının müracaat manasına da geldiğini ifade eder. Ona göre Allah Teâlâ'ya inâbe, sünnet üzere zikrin keyfiyetlerini ve dini işlerini ilim sahibi meşayıhtan öğrenmek için mükellefin müracaat etmesi demektir. Böylece o, bu yorumuyla 'meşayıhdan inâbe ai-ma'nın, yahut 'meşayıha intisab'ın Şer'-i şerifin emri olduğunu kabul etmektedir. 3. Zikrullah Es'ad Efendi, bozulmamış gerçek tarikatlerin hepisinin esas itibariyle bir olduğunu ve hepsinin Hz. Muhammed'e dayandığını, "Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikredin"100 âyetinin önce Peygamberimize sonra da bütün inananlara zikri emrettiğini, tarikatlerin temelinin de zikr-i ilâhiye dayandığım; Hz. Peygamberin ve ashabının böyle yaptığını dolayısıyla "Ya Muhammed söyle: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin"101 muktezasınca Ra sulu İlah'a uyarak zikr-i ilâhiye devam etmek gerektiğini istihraç eder.102 Sahîh bîr tarikata girip, bir mürşid-i kâmile intisap ederek onun verdiği vazifeleri âdabına uygun olarak icra eden müridin kaîbine zikrul lanın nakşol una cağı ve iyice yerleşeceği, böylece o kimselerin, "Rabb'ini içinden yalvararak, O'ndan korkarak ve yüksek olmayan sesle sabah ve akşam zikret. Gafillerden olma"103 ve "Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın104 gibi 'âyetlerde bulunan emir ve yasaklara uyup Cenâb-ı Hakk'ın itaatkâr kulları grubuna girmiş olacaklarını”105 müjdeler. Es'ad Efendi, "Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikredin"106 âyet-i kerimesine bir yazısında farklı açıdan bakarak ilginç bir yorum getirir: "Bu âyetteki mü 'inin şüphesiz iç ve dış dünyasıyla tam bir mü 'min şahsiyettir. Zikir ile em-rolunan da iç ve dış bütün azalardır. Yani yalnız dili veyahut kalp gibi bir cüz'ü değildir. Binâenaleyh insanı bütün vücudunun aynı şekilde bâtınında bulunan kalp, ruh. sır, hafi, ah/â ve nefs latifelerinin zikreder hâle gelmesi lâzımdır. Bu zikre erişmek ise yol gösterici ve gönül doktoru mürşidin, hem zahir hem bâtınından feyiz ve yardım- almasıyla mümkün olabileceğinden bir derviş bu zikirleri temin edince ve murakabe derslerine varıncaya kadar rabıtadan uzak kalamaz. Murakabelere muvaffak olduktan sonra ihtiyaç duyarsa rabıta yapar, duymazsa".107 Burada da yine Es'ad Efendi, âyet-i kerimeyi tarîkatte bir makam olarak bilinen 'zikr-i küll'e ve bu makamı ihraz etmek için de bir mürşide intisâb etmeye ve ona rabıta yapmaya delil ve bürbân olarak yorumlamıştır. "Allah'ı ayakta, otururken ve yanları üzere yatarken zikreden kimseler"108 "âyet-i kerimesi her ne kadar namazı ayakta kılmaya gücü yetenlerin ayakta kılmaya, zayıf güçsüz ve mecalsiz kişilerin oturarak, buna güç yetiremeyenlerin de hasta yataklarında kıldıkları namazların kabule lâyık göndeceği müjdesini veriyorsa da, hiçbir dakikalarını boşa geçirmeyen Allah dostlarının kesintisiz zikir ve istiğfarlarıyla da tefsir edilmiştir".109 Yine bir dervişe yaptığı tavsiyede "Ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah'ın zikrinden alıkoyamayacağı kişiler (ricat) vardır"110 "âyetine uygun hareket ederek meşgalelerinin çokluğunun zikir ve fikirlerine mani teşkil edemeyeceğini kendilerine manevî bir baha olarak kabul ettikleri bu değersiz hakiri velev bir mektupla da olsa sıla-i rahimden mahrum etmeyeceklerini mutlaka beklerim "111 demektedir. 4. Açık ve Gizli Zikir Es'ad Efendi, zikr-i hafî: gizli zikir' ve 'zikr-i cehri: açık zikir' konusunda, "Rabbini içinden yalvararak ve korkarak, hafif bir sesle sabah akşam zikret. Gafillerden olma!"112 âyet-i kerimesini zikrederek, bir kısım âlimlerin, 'Bu emir Hz. Peygamber (s.a.v.)'e aittir, ondan başkası ise açık zikirle emrolunmıştur’ şeklindeki goriişlerinin zıddına, Hz. Peygamber'in bir kısım hadislerini de mesned ittihaz ederek bu âyet-i kerimenin 'gizli zikr'in faziletine işaret etmekte olduğunu söylemektedir.'113 Yine Es'ad Efendi, "Rabbînize yalvararak ve gizli olarak dua ediniz. Çünkü O, haddi aşanları sevmez"114 ayetinin, sadece bağırarak yüksek sesle 'dua etmeyi yasakladığını, ama Allah'ı açıktan zikretmeye engel teşkil etmediğini dolayısıyla cehri zikrin caiz olduğunu kaydeder.115 5. Murakebe Burada "murakabe-ı ma'iyyetin sahasının geniş olduğunu" ve 'Her nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir'116 âyet-i kerimesinden alındığını ve 'murakabe-i akrabiyyete' ulaştığını bildirmektedir. 'Biz insanoğluna şah damarından daha yakınız”117 âyet-i kerimesinin manasının ancak bu murakabede ortaya çıktığını söyler. Cenâb-ı Hakk'ın 'ma'iyyet ve kurbiyetini' yani kulla beraber ve kula yakın oluşunu her mü'minin kabul ettiğini fakat bir şeyi işitmekle görmek arasında büyük fark olduğunu; balın tadını anlamanın işitmek ile de mümkün olabileceğini ama zevk ile meydana gelen bilginin şüphesiz daha önemli olduğunu ifade eder."118 6. Velayet Peygamberimiz Hz. Muhammed'in "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik"119 âyet-i kerimesinin manasının bütünüyle tecelli ettiği bir şerefli zat olduğunu, "... Biz seni yeryüzünde halîfe ta'yîn ettik. O hâlde insanlar arasında adaletle hükmet... "120 âyet-i celîl esinin 'velâyet-i nübüvvet'e yani nebilik makamına eşdeğer Allah dostluğuna; "Allah emâneti ehillerine vermenizi emreder"121 âyet-i ceiîlesinin 'velâyet-i risâlet'e yani rasullük makamına denk Allah dostluğuna ve "Allah hakkında gerçekten başkasını söylemeyin"122 âyet-i ceiîlesinin ise 'velâyet-i ulü'l-azm'e yani büyük peygamberlerin makamına kaim Allah dostluğuna işaret ettiğini söylemektedir.123 7. Hatm-i Hâcegân Es'ad Efendi, "Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret"124 âyet-i kerimesini ise tarikatlerdeki 'Hatm-i Hâcegân'ın halka iie yapılmasına delil gösterir.125 8. Rabıta Es'ad Efendi, tasavvufta ve tarikatlerde önemli bir yer işgal eden 'rabıta' ile ilgili olarak da bir kısım âyet-i kerimeleri delil olarak kullanır. Bunların başında, "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun"126 âyet-i kerimesini zikrederek, Necmüddin Kübrâ'nın Bahru'l-Hakâyık adlı tefsirinden naklen âyet-i kerimede geçen 'sâdıklar'dan maksadın 'mürşitler' olduğunu söyler. Dolayısıyla bu âyet-i kerimeyle Allah Teâlâ'nın "bütün inananlara şeriat ve tarikatın şehâdetiyle sadık bir kul ve peygamberlere vâris olmaya layık olan bir zât-ı muhteremin terbiyesi altında bulunmalarım emrettiğini ve vacip kıldığını”127 savunur. Yine o, "Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun"128 âyet-i kerîmesinin "sadıklarla beraber olun" kısmımı tasavvuftaki 'rabıta'ya delil getirerek şu açıklamayı yapar: "Nakşbendî tarikatına giren ve istenilen şekilde evrâd ve ezkârına başlayan samimî bir derviş için gayet mühim bir vazife daha vardır. O da 'sadıklarla beraber olun' âyetine uyarak şeyhini hatırda bulundurmaktan ibarettir." Bunu müteakiben rabıtanın hikmetini ve müridin manen terakkisi bakımından ehemmiyetini dile getirmekte ve yine zikrettiği bu âyet-i kerimeye dayanarak şunu söylemektedir: "Zikrolunan âyetteki ilâhî emre uyarak Cenâb-ı Hakk'ın sâdık bir kulunu manevî peder edinip onun rûhânî beraberliğinde bulunmayı ganimet sayanların, dikkatlice çalışmaları ve tarikatın gereklerine titizlikle uymaları ölçüsünde nefs ve şeytanın kötülüklerinden kendilerini kurtardıklarını ve geleceklerini emniyet altına almak üzere şeriat ve tarikatın dâru'l-emânında bulunduklarını her zaman görmekteyiz.129 9. Tevessül Hz. Zülkarneyn'in "bana kuvvetle yardım ediniz"130 âyet-i kerimesiyle "İyilikte ve kötülüklerden sakınmada birbirinizle yardımlaş iniz"131 âyet-i kerimesini, kul için oldukça mühim olan ruhî gıda ve ilâhî feyizleri istemek için evliyanın vasıta kabul edilmesine, ruhâniyetlerine sığınılmasına ve tevessüle delil saymaktadır.132 İman kalesi gibi sağlam bir kaleyi elde edebilmek ve o kaleyi kader yayından atılan oklardan müdafa edebilmek için, "O (Allah'a) yaklaşmaya vesîle arayın"133 âyet-i kerimesinde belirtildiği gibi bir 'vesîle'ye tutunmak gerektiğini; vesilenin ise "Ey İman edenler! Sabredin, sebat gösterin, hazırlıklı ve uyanık bulunun (râbitû) ve Allah'tan korkun ki, felaha erebilesiniz"134 âyet-i kerimesi muktezâsınca tam bir muhabbetle rabıtaya devama bağlı olduğunu ifade eder. Sonra da âyeti bu şekilde yorumlamasının şeriate aykırı olmadığını belirtmek üzere: (Yukarıda geçen) âyeti bu manada kullanırsam zahir âlimleri tarafından hatalı bulunmamalıyım. Çünki 'Kur'ân'ın bir zahiri birde bâtını vardır, bâtını da yedi dereceye kadar gider' gibi hadisler, tefsirin sahasını geniş tutmuşlardır''135 açıklamasını yapar. Nefsin, ilk devirlerinde yeni doğmuş bir çocuk hükmünde olup terbiye ile ıslah veya ifsada kabiliyetli bulunduğundan bir âlim ve hakimin terbiyesi altına girmeye muvaffak olduğunda; ilini ve fen öğrenerek zatını ve sıfatlarını süslediğinde hem kendini dünya ve ahiret sefaletinden kurtarabileceğini hem de: "İyilik ve takva üzere yardımlasın”136 âyet-i celîlesine ittibâ'an bir çoklarının istifâdelerine vesîle olabileceğini' belirtmektedir.137 Yani nefislerin tezkiye ve ruhların terakkisine yardımda bulunmanın da bu âyet-i kerimenin muhtevasına dahil olduğuna işaret etmektedir. "O'na (Allah'a) yaklaşmaya vesîle (yol) arayın"138 âyet-i kerimesini, "Hz. Peygamberin, Allah'ın ve Husulünün ahlakıyla ahlâklanmak gerektiği emrine uyarak beşeri vasıflardan soyunup güzel ahlâka sahip yani tam bir fena ile fena ‘fi'r-Rasul’ ve daha doğrusu ‘fena fillah' gibi üstün bir şerefe nail bulunanların rabıtasına "139 delil saymaktadır. 10. Nefs ve Nefis Tezkiyesi "Nefsini tezkiye eden kurtuluşa ermiştir. Nefsini kirletip gömen de ziyana uğramıştır"140 âyer-î kerimesine göre, "bütün insanlığın süflî nefsin his ve meyillerinden arındırılarak kurtuluşlarını sağlayacak ulvî emellerle yücel -turnesinin manevî kemâlâl ile bezenmesi ve ruhanî marifetlerle donanması faziletine bağlı"141 olduğunu belirtir. "Muhakkak ki nefs, daima kötülüğü emreder"142 âyet-i celilesiyle ilgili olarak: "Kulların bilgisizlik felâketinden kurtulmaları, ilâhî ilim ve marifetle süslenebilmeleri için sadece kitap okumanın yeterli olmayacağı, mutlaka bildiklerini kemâl derecesinde yaşayan kâmil bir mürşidin huzurunda diz çöküp onun terbiyesi altında yetişmek zarureti açık bir gerçektir. Kötülüğü emredici ve şerre sürükleyici nefsin duygu ve temayüllerinden sıyrılıp manevî yüceliklerle donanma ve ilâhî tecellilerle hemhal olma gibi yüce bir gaye sadece Allah 'ı zikretmekle elde edilemeyeceğinden bu konuda da bir yol göstericiye ve uyanık bir gönül sahibi mürşide kalbi bağlamak ve bu duygu İle hareket etmek gerekir. İlâhî marifetlerin nurlarını dervişlerin kalbine akıtmak, sırlı hakikatleri gerçeğe tabi olanların gönlüne boşaltmak, kalbi rabıta ve manevî İrtibatın gücüne bağlıdır"143 şeklinde yorum yapmaktadır. Bir mektubunda kendi nefsinden sürekli korktuğunu ve "Nefsimi asla temize çıkaramam"144 âyet-i kerimesini okuduğunu söyler, Bu âyetin nefsin kötülüğü ile alâkalı ifade ettiği derin manadan etkilenerek nefsin şerrinden korunma maksadıyla hiçbir iyiliği kendi nefsine atfetmediğini ve her nefesinin Allah katından bir emanet olduğu şuuruyla yaşamaya gayret gösterdiğini belirtir."145 11. Kadınların Tarikata İntisapları Es'ad Efendi Hazretleri, "Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikredin!"146 âyet-i kerime sinde ki zikir enirinin namaz, zekât ve oruç gibi bütün erkek ve kadınlara umûmen şâmil olduğunda şüphe olmadığını; Şüphesiz erkek ve kadın müslümanlar" diye başlayıp onlarla ilgili on vasıf sayarak 'Allah'ı çok çok zikreden erkekler ve kadınlar" diye biten el-Ahzâb 33/35. âyet-i kerimesinde de bunun açıkça ifade edildiğini, dolayısıyla "kadınların da erkekler gibi zikruüah ile memur olması gerektiğini" istihraç eder. Bu bakımdan "kadınların kapalı olarak geride kendilerine ayrılmış hususi yerlerde cemaatle namaza iştiraklerinin meşru olduğu gibi, zikir için de seslerini işittirmeyerek iştirakleri caizdir" dev. Ayrıca âlimlerin ve meşayıhın kadın erkek herkese dinin emirlerini öğretmeleri gerekir. Kimse bundan geri kalmamalıdır. Zira ilim öğrenmekten geri duran kimse İle onu gizleyenlere ilâhî tehdid vardır.147 İşte Es'ad Efendi'ye göre şu âyet-i kerime: "İndirdiğimiz açık âyetlerimizi ve hidayeti kitapta açık olarak beyan ettikten sonra gizleyenler yok mu? İşte onlara hem Allah lanet eder, hem de lanet ediciler lanet eder"148 bu hususa delâlet etmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber, "Ey Peygamber! Mü'min kadınlar bey'at etmek üzere sana geldikleri zaman... onların bey'atinl kabul et ve onlar İçin istiğfar et"149 âyet-i kerimesine göre Peygamberimiz kadınlarla bey'at etmiş ve onların ellerine dokunmamıştır. Dolayısıyla kadınlar da, ellerini vermemek şartıyla mürşid-i kâmillere intisap edebilirler,'150 neticesini çıkanr. 12. Allah 'ın Sıfatları ve O'nunla Beraber Olma Şuuru "Göklerdekiler ve yerdekiler Allah'ı teşbih etmektedirler. O, azîz ve hakimdir".151 Es'ad Efendi âyet-i kerimeyi şöyle yorumlamıştır: "Bir kısım âyet-i kerimelerde de 'yüsebbibu' buyurulmuştur."152 Yani (geçmiş, şimdi, gelecek) üç vakitte ve devamlı olarak her şey Hak Teâlâ hazretlerini bütün noksanlardan tenzih ile teşbih ve takdis eder. Varlıklar akıl sahibi olanlar ve akıldan mahrum olanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Akü taşıyan varlıklar söz ve dil ile, akıldan mahrum, bulunan varlıklar da bir rivayet, göre yalnız hâl lisanıyla Allah Teâlâ 'nın vahdaniyyet ve samedâniyyetini, her türlü kusur ve noksandan uzak oluşunu ikrar ve itiraf etmektedirler. Zira yoktan meydana gelen bir âlemin mahir bir sanatkâra ve büyük bir yaratıcıya-, vahdaniyyet ve samedâniyyet gibi kemâl sıfatlarını kendinde toplamış ibadet ve tazime layık bir Zat'a her yönden ihtiyacı kesin delillerle sabittir".153 Bunun ardından "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti..."154 âyet-i celîlesine dayanarak, "varlıklar ister yıldızlar ve burçlar gibi yüksekte, ister bitkiler ve hayvanlar gibi yeryüzünde bulunsun, binlerce seneden beri değişmez ve sarsılmaz bir kanun ve hikmet üzere devam edegelmesi Allah Teâlâ 'dan başka bir ilâh olmadığına kesinlikle delâlet etmektedir"155 açıklamasında bulunarak, göklerde ve yerde olanların daimî olarak O'nu anmasının tabiî olduğunu ila d e etmek ister. Ancak burada zevi'i-ukûl ol-mayanlann 'alâ rivayetin' hâlen zikrettiklerini söylemesi, belki kendilerinin, Muhyiddin ibn Arabî gibi bir kısım mutasavvıflarda olduğu gibi bu varlıkların kalen de zikrettikleri fikrinde olduğunu gösterebilir.156 "Evvel ve Ahir, Zahir ve Bâtın O'dur..."157 âyet-i celîlesini "Allah Teâlâ Evveldir, ezelîdir. Âbir'dir, ebedîdir. Tükenip yok olmaktan münezzehdir. Zâbir-'dir. Bu görünen âlemin tamamı onun kudretinin eseridir. Batın'dır, ulûhiy-yet sırları kâinatın ber zerresinde gizlidir ve hepsine vâkıftır. Yani Önceki ve şimdiki bütün mevcudat Teâlâ'nın vücüd nurlarından akseden bir takım zerreler ve zuhur mahal/eridir. Hakikatte ise Zât-ı Ecel! ü Akdes 'ten başka bir müstakil bir vücut yoktur. Lâ mevcûde ilallallâh"'158 şeklinde yorumlayarak, bununla birlikte Hak Teâlâ Hazretlerinin kendisine mahsûs olan azamet ve uKıhiyyet sıfatlarından hiçbir varlığa bir hisse vermediğinden kulun, varlık ve hayat, nimetine şükrederek kulluk vazifelerini ihmal etmemesini ve şeytanın vesvesesine uyarak itikadı açıdan ayaklann kaydığı yer olan hulul ve itrihad gibi bir takım batıl hayallerle meşgul olmamasını ister. "O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'ın üzerine istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olursanız, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür".159 âyetinin tefsiri ise şöyledir: "Cenâb-ı Hak Öyle bir Kadir ve Kayyûm 'dur ki günü bin sene gibi olan160 altı günde şu gördüğümüz gökler ile yeryüzünün yaratılmasını tamamlamış ve bunların tamamını kendisine itaat ve inkıyad dairesine sokmuştur. Allah istediğini yapar, dilediğini bir anda yerine getirir. O kâinatı bir anda yaratmaya kadir iken altı günde yaratmayı istemesi, âlet ve vasıtalara muhtaç olan kullarına işlerinde acele etmemek hikmetini öğretmek içindir. O Allah yere giren bütün tane ve zerreleri, ondan çıkan her türlü nebatı, gökten inen yağmur damlalarını, göğe yükselen buhar ve bıüutu bilendir." Kur'ân âyetlerinin zahirî manaları yanında batını manalannm da bulunduğu hadîs-i şeriflerle sabit olduğundan bir kısım âlimlere istinaden bu âyet-i kerimelerin bâtını işaretleri hakkında şu tevcihlerde bulunur: "Mâ yelicü fi'l-arz: yere giren' ifadesinin sâlikin kalbine gelen Rabbânî bilgilere', 'Ve mâ yahrucu minhâ. yerden çıkan' ifadesinin 'kalbi mükâşefeye', 'Ve mâ yenzilü mine 's-semâi: gökten İnen' İfadesinin 'ilâhî isim ve sıfatlardan gönle doğan ledünnîilimlere', 'Ve mâ ya 'rucıı fîbâ; semâya yükselen' ifadesinin de 'kelime-i tayyibe denilen kelime-i tevhide'161 "Ve hüve ma'aküm eyne mâ kuntum: Nerede olsanız, O sizinle beraberdir": âyet-i kerimenin bu kısmı, tasavvufla ilgili eserlerde sıkça dile getirilen delillerden birini teşkil eder. Bazı tarikat virdlerinde ise bu durum 'murakabe-i ma'iyyet' olarak adlandırılır. Es'ad Efendi bu âyeti şöyle yorumlar: "Âyet-i kerimede bahsedilen bu beraberlik, zata ve zamana bağlı bir beraberlik olmadığı gibi hulul ve ittihat yoluyla da değildir. Belki bütün zuhur mahallerinden şimşek ziyası gibi, sadece zuhur ve huzur suretiyledir. Yani Allah bütün işlerimizi ve her hâlimizi bilmekte, görmekte ve vakıf bulunmaktadır. Göklerde ve yerde bulunan her şey O'nun mülküdür." Sonra da 'bu âyet-i celîleyi bildikten sonra halktan birinin yanında çirkin bir fiili yapmaya cesaret edemeyenlerin Yüce Mevlâ'nın huzurunda ne cesaretle o çirkin hareketi yapmaya teşebbüs edebilecekleri hayret verici bir husustur. Acaba bu gibilere akıllı denilebilir mi?'162 diyerek hayretini dile getirir. 13. Allah'a ve Rasülüne Muhabbet, İtaat ve İttiba Es'ad Efendi, Hz. Peygamber'(s.a,v.)in "Biz seni ancak âlemlere rahmet için gönderdik"163 âyet-i kerimesinin mazharı olduğunu belirttikten sonra "Eğer Allah'ın dinine yardım eder (sarıhrsanız) Allah da sizi muvaffak kılar"164 âyet-i kerimesinin, Allah'ın lütuf ve ihsanının, sadece ilk devirlerde bulunan İslâm ümmetine mahsus olmadığını; her devirde Şeri'at-ı Mutahhara'ya tâbi olan bütün İslâm milletlerinin Allah'ın bu gibi inayetlerinden tam manasıyle istifade edebileceklerini"165 kaydederek, Allah'ın yardımını celbetmek için müslü-manları Allah'ın dinine sık sıkıya sarılmaya davet eder. "Allah, bir adamın göğsünde iki kalp yaratmamıştır"166 âyet-i celüesini "Cenâb-ı Allah biri Mevlâ muhabbetine ve diğeri masivâ muhabbetine mahsûs olmak üzere iki kalp vermemiştir. Sevgi yuvası olan olan kalp evi birdir. Kalp hangisine raptedilirse diğerinin önemi düşecektir. Binâenaleyh tarikatla amel eden kamil mü'minin fazlaca meşguliyetinin arasında bile kalben Allah Te-âlâ'nın zikriyle meşgul bulunması icab eder"167 şeklinde meal ve tefsir eder. Böylece kalbin masivaya meyilden korunmasını ve ondaki sevgi cevherinin bütünüyle Allah'a tahsis edilmesinin gereğini vurgular, "Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve ve sizden olan ulü'1-emre itât edin"168 âyet-i kerimesine bağlı olarak, "Varlığı zaruıi olan Allah Teâlâ'mn eşi ortağı olmayan leh ve benzersiz olduğu gibi şerefli kitabının da diğer kitapla-ra nispetle eşsiz ve benzersiz olduğu aşikârdır. Bunun ikincisi, bildiğiniz gibi hadis-i şeriflerdir. Üçüncüsüne gelince onu da olsa oka Peygamber varisi gerçek âlimlerin eserlerinde aramak gerekir'169 diyen Es'ad Efendi, itaat mevzuunda bu üçlü sıraya dikkat edilmesi lâzım geldiğinin üzerinde durur, âyet-i kerimede geçen 'ulü'l-emr'den maksadın, peygamberlere varis olabilecek gerçek âlimler ve onların kıymetli eserleri olduğunu ileri sürer.. Es'ad Efendi, Allah'a yakın kullar olmanın semeresini dile getirerek, "Dikkat edin. Allah'ın dostları için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar"170 âyet-i kerimesini "Cenâb-ı Hakk'tn sevgili kulları korku ve dehşetten, kalbi bulanıklıklardan salimdirler"171 şeklinde yorumlamakta; bir insanın kendisini Hak Teâiâ'ya sevdirmek için de "De kiı Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, bana (abi olun ki Allah da sizi sevsin"172 âyet-i kerimesine göre amel etmesi, "zahiri süslemek i için Aleyhi's-salâtü ve's-selâm Efendimiz'in temiz şeriatine ve bâtmt temizlemek için de onun yüce tarikat i ne uyması”173 gereği üzerinde durmakta;. "Bizim uğrumuzda mücâhede edenlere gelince, elbette biz onlara yollarımızı gösteririz"174 âyet-i kerimesini "Bizim hidâyetimiz, kulların gayret ve çalışmalarına bağlıdır"175 şeklinde meallendirmekte; "Peygambersize neyi verirse alınız. Neden yasaklarsa ondan da sakınınız",I76 âyetinden ise "Şerî'at-ta gösterilmiş ve aleyhi s-salâtü ve's-selâm Efendimizin söz w fiillerinden anlaşılmış olan emir ve yasaklardan vazgeçilmemesi gerektiğini"177 anlamaktadır. D. Es'ad Efendi’nin Dua ve Benzeri Değişik Vesilelerle Âyet-i Kerimelere Telmihde Bulunması Es'ad Efendi'nin hayatının, fikir ve düşünce dünyasının Kur'ân-t Kerim'le yoğnılduğu ve onunla içice olduğu görülmektedir. Ele aldığı konulan çoğunu-lukla âyet-i kerimeler çerçevesinde açıkladığı gibi, yaptığı duaları da umûmî olarak âyet-i kerimelerle yapmakta, karşılaştığı değişik durumlar ona hep bir kısım âyet-i kerimeleri hatırlatmakta, o da bu vesileyle o âyet-i kerimelere telmihde bulunmaktadır. Vereceğimiz şu örnekler konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır: 1. Âyet-i Kerimeleri Dua İçin Kullanması a. Bir deıvişe dua bağlamında, "Gerçek kullarımın arasına katıl ve cennetime gir"178 âyet-i kerimesini hatıriatır ve Allah Teâlâ'dan o müridini bu âyet-i kerimenin "güzel ve boş bitabına lâyık buyurmasını" ister.179 b. Yine dervişi ere "Rabbımız Allah deyip de sonra da dosdoğru olanlara korkmamaları, mahzun olmamaları için kendilerini cennetle müjdeleyin, diye rahmet meleklerini indirir"180 fehvasınca "tam bir istikâmet ihsan ederek beden ve canlarına şeriata uyma, dünya ve abiret bayatlarında da saadet ve mutluluk nasip eylesin"181 şeklinde dua eder. c. Dostlarından birinin "Her şey fani ve yok olucu, ancak Cenâb-ı Hakk'ın yüce zâtı bakî ve devamlıdır"182 "âyetinin sırrına mazhar olduğunu ve ölümü çokça anmak suretiyle kalbinin masiva kesafetinden tertemiz olduğunu'183 ifade eder. d. Bir dervişe "Siz kulluk vazifenize ve ibâdet ve fâalinize 'Kınayıcı hiçbir kimsenin kınamasından korkmazlar"184 âyeti gereğince asla gevşeklik göstermeyerek devam ediniz'"185 tavsiyesinde bulunur. e. Bir dervişe yaptığı duada "Muhakkak ki hak geldi bâtıl yok oldu"186 âyet-i kerimesini zikrederek "bu âyet-i kerime gereğince gaflet karanlığından ve masiva sevgisinden korumasını"187 talep eder. f. Bir evlâdına yaptığı duanın nihâyetinde, "Bütün gaybleri bilen Allah... söz ile bilip de hâl ile bilmeyen kimselerden etmesin'188 demekte ve bu sözüne mesned olmak üzere "Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmadığınız şeyi söylemeniz, Allah nezdinde büyük bir buğza g. "Ey Rabbimiz bize dünyada da ahirette de iyilik ver. Ve bizi cehennem azabından koru"190 âyet-i celîlesini zikrederek: "Hamdolsun fakirane varlığımız afiyette olup, göstermelik bir ayrılıktan başka bir sıkıntımız yoktur. Dünyâ hayatımız sınırlı bir zamandır, fazla önemli değildir. Fakat ahiret mezrası olması yönünden oldukça kıymetlidir"191 der. 2. Karşılaştığı Durumlar Vesilesiyle Ayet-i Kerimelere Telmihde Bulunması a. "Mensubu bulunduğumuz İslâm ümmetine ve Osmanlı milletine dünyevî saadet ve uhrevî selâmeti gösteren ve daha pek çok ilâhî hakikatleri dile getiren, basılıp yayınlanmış olduğunu gördüğüm gazete ve dergiler gerçekten tebrik, teşekkür ve iftihara lâyık bir hizmettir"192 diyerek, yapılan hayırlı neşriyata "tebrik ve teşekkür etme"nin, "İyilik ve takva üzere yardımlaşınız"193 âyet-i celîlesine imtisalin bir gereği olduğunu belirtir. b. Dervişlerin mektup ve ziyaretlerini beklediğini ve "Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti"194 âyet-i kerimesi muktezâsmca mazaretlerinin dinlenmeyeceğini söyleyerek bu âyetin “arasıra iki satır olsun yazacağınız mektuplarınızı beklemekten vazgeçmemeye müsaade ettiğini"195 hatırlatır. c. Es'ad Efendi, bir dostundan geien mektup hakkında "...bendeniz, hüzünlü, elemli, hasta kardeşiniz, siz keremli, temiz huylu zattan bir hitap bekliyordu. Tam bu sırada latif mektubunuz geldi. Onunla gönül erbabının yardımlarına nail olduk. Zira onun cümleleri pek güzel misk ve anber kokuları saçıyordu. Onun görülmemiş nurlarıyla hâlimiz değişti. Onun yazısı kandilin ışığı gibiydi, beyazı sürür, nuru tür, sürürü tamdı. Nitekim: 'Tûr'a ve yayılmış ince deri üzerine satır satır yazılmış kitaba andotsun"96 buyurıduyor"197 d. Es'ad Efendiye yazdığı mektubunda kendisine çocukluk isnad eden bir dervişe: "Kendinize isnad ettiğiniz çocukluğun da Yahya aleyhi's-selâmın çocukluğu kabilinden olduğunu 'Henüz sabi iken ona hikmet verdik"198 âyetinin delaletiyle vazifeye engel olmadığını beyan ederim'199 der. e. İcazet verdiği bir dervişe tavsiye sadedinde, "Eğer o karyelerin halkı iman edip takva üzere olsalardı, yerin ve göğün bereket kapılarını onlara açardık"200 âyet-i kerimesi gereğince, "Yüce Allah'a karşı takva sahibi ol malı, taatte bulunmalı ve Allah'ın hukukunu zayi etmekten çekinmelidir. Gece ve gündüz, kararda ve firarda Allah 'a yönelerek günah tehlikelerinden sakınmalı ki, hikmetlere nail olabilsin, dünyada kendisine nimet kapıları açılabilsin. Kıyamet günü de bu sayede zorluklardan kurtulabilsin"201 nasihatinde bulunur. f. "tümden size pek az bir nasip verildi"202 âyet-i kerimesinden harekette "zahiriolsun bâtını o/sun Um ve irfan iddiasında bulunanların hâline üzülmek gerektiğini"söyler ve sözlerinin, bir takım kişilerin takdir nazarlarına ve değer vermelerine mazhar olmasının tek sebebinin "yalnız kendi acziyet ve çaresizliğini i'tirâf eylemekten ibaret"'olduğunu ifade eder.203 g. "O ancak senin bir imtihanından başka bir şey değildir"204 âyeti kerimesini, mektubunda mahdumunun hastalığından ve mu'âtebe-i dâhiliyyeye tahammülün güçlüğünden ve tedbiriyle hareket etmeyen ıtapçılann haksızlığından bahseden bir dervişi teselli etmek için zikretmekte ve "fakat doğrusu bu gibi tecellîler fakire gayet güzel gözüküyor. 'Sevgilinin vurup kırması bile bir şereftir' sözü hatıra geliyor. Mahbûb her ne kadar cefâ ederse sâdık olan âşık hoş görmelidir..."205 diyerek onu gönül huzuruna kavuşturmak ister. h. Bir dervişin "Birinci, ikinci ve üçüncü semâda secde ve rüku ve kıyam hâlinde bulunan meleklerle bâstl olan münâsebet ve ruhanî buluşma ve özellikle Arşu'r-Rahmân'a kadar vuku bulan yükselme ve meydana gelen sübbânî cezbenin"206 tebrike şâyân bir durum olduğunu belirttikten sonra Allah Teâlâ'nın bu tür atıfet ve ihsanlarının devamını ister ve bütün bu manevî ve ruhî terakkilerin hepsinin, "İnsan için çahşıp kazandığından başka bir şey yoktur.”207 âyet-i kerimesinin bir gereği olduğunu söyler. Dolayısıyla bu tür cehd ve gayretlere teşvikle beraber, tembellik ve ilgisizlikle bir şey hâsıl olmayacağını ifade eder. i. "O hâlde az gülsünler, çok ağlasınlar"208 âyet-i kerimesini, ağlayarak yazılan bir mektubun kendisini güldürmesi sadedinde kaydederek; "Üslûbundan anlaşıldığı gibi yazdığınız sırada zâtınızı ağlatan aynı mektup güldürmek Özelliğine de sahip imiş ki, duacınızı güldürdü. Böylece ikimizi de (az önce zikredilen) âyetine nıâ-sadak ve 'ağlamayan çocuğa meme verilmez' kâide-since sizleri Allah dostlarının manevî sütüne lâyık eyledi"209 açıklamasını yaparak, Allah için ağlamanın evliyanın feyiz ve teveccühünü celbetmede bir vasıta olduğuna işaret eder. j. Müslüman olmuş Hıristiyan bir âlimi "özü saadet ve mutlulukla yoğrulmuş apaçık İslâm Dinini 'Biz anne, baba ve ecdadımızı böylece bu yol üzerinde bulduk'210 bahanesini aşarak, dayanaksız bir iddiaya bağlı kalınmadan seçmiş olmanız bizi sevindiren en önemli husustur" diyerek metheder, k. Bir mektupta, "... Kim Allah ve Resulü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah'a düşer"211 âyet-i kerimesini "Beytullah'ı samimi olarak ziyaret maksadıyla yola koyulan bir mü'min ziyarete muvaffak olmadan ölürse bu âyetle müjdelendi-ği gibi, nefsi temizleme niyyetiyle tarikata de ömürleri yeterli gelmediğinden dolayı arzularına gerçek anlamda ulaşamadan âhırete göçerlerse aynı şekilde niyyeti karşılığında ecir ve sevap kazanacağı şüphesizdir. Binâenaleyh Cenâb-ı Hakk'rn pek kıymetli olan hu lütfve iyiliğine karşı tarikata yeni girenler büyük teşekkürde bulunmalıdır"212 şeklinde yorumlar, l. "Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et"213 âyetine göre "Gerçek ma 'bud olan Allah 'a âsî olmayan bir mü 'min âyetin bu emrine uyarak hayatta olduğu sürece ibâdetine devam etmelidir'214 der. m. Kendisinden buluşma vaktinin belirlenmesini isteyen bir dervişe, "Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez"215 âyet-i kerimesini yazarak bu âyetin, bu mes'eleye ulaşmak için kapıyı kapadığını ve fakat gördüğü sâdık rüyaların özleyen gözler için büyük müjdeler içerdiğini söyler.216 Bu yorumlar, kainatı ve kainatta meydana gelen olayları okurken Es'ad Efen-dinin Kur ân-ı Kerim-İnsan-Haya t bağlamında ufkunun ne kadar geniş olduğunu göstermektedir. Zira Kur'ân, kainatın ve kainatta olan olayların sözlü ifadesi, ilâhî bir anlatımıdır. Onu bu gözle okumak gerekmektedir. İşte Es'ad Efendi'de Kur'ân'a böyle bir bakış açısının olduğunu anlamaktayız. E. Es'ad Efendi'İn Tefsîrî Tercümesine Bir Örnek: Fâtiha-i Şerîfe Tercümesi Es'ad Efendi burada, özellikle Fatiha sûresini namazda okurken dikkate alınması ve hatırda tutulması gereken manaları ön plana alarak bir tercüme yapmış tır. Biz onun bu tercümesini, 'tefsîrî tercüme"217 olarak kabul edip okuyucunun dikkatine sunuyoruz:218 Es'ad Efendi, Allah Teâlâ'nin huzuruna duracak olan bir kulun, her şeyden evvel Cenâb-ı Hakk'ın büyüklüğünü ve ululuğunu ilân eden 'Allahü ekber' cüm-leşini ve Fâtiha-i şerîfeyi huzura giriş kabul etmesi gerektiğini belirtir. Kul, ‘Bismillâhirrahmânirrahîm' cümlesiyle fey izlendikten sonra, "bütün hamdler Allah 'a mahsustur" ma* nasına gelen 'el-Hamdü lillâh' kelime-i tayyibesini zikreder. Senaya gelince arz ve takdim olunur ki O, 'Rabbi'l-'âlemîn'dir. "Onsekiz bin âlemin gerçek bir terbiyecisidir. Bütün âlemleri yoktan var eden ve yarattıklarını çeşitli nimetlerle nzıklandırandır." 'er-Rahmân' ism-i celîlinin icâbı olarak "dünyada, hiçbir ayırım yapmadan herkesi dünyevi nimetlere nail kılandır." 'er-Rahîm' ism-i şerifinin icâbı olarak da "ahirette sadece mü'minlere merhamet edip onları cennet ve cemâlullah ile mükafatlandırandır". Ahirette olsun, hesap gününde olsun mülkünde tasarruflanna ortak olacak. lüçbir kimse bulunmadığından 'mâliki yevmi'd-din' yani "din gününün sahibi" yalnız kendisidir. Hamd ve sena bu suretle ifâ edildikten sonra, evvel âhir kulluğumuzun, her türlü dileklerimizin sadece zât-ı akdeslerine mahsus ve münhasii* olacağını ifade eden 'İyyâke na'büdü ve iyyâlce nestetn': "Allah'ım/ Ancak Sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım dileriz" cümlesiyle husûsi yy e t kazanmış olur, Es'ad Efendi, kulun yardım istemeyi haketmesinin kulluk vazifesini yerine getirmesinden sonra olacağına açık bir delil olan bu âyet-i kerimenin gözden uzak tutulmaması icap ettiğini ara cümle olarak vurgular. Sonra da kulun samimiyetle, etraflıca ve derin bir şekilde düşününce bu dünyaya değer verilmeyeceğini, iltifat edilmeyeceğini anlayarak doğrudan doğnıya cennete götürecek ve onun, yüksek derecelerine ulaştıracak bir yol göstericiyi istirham demek olan, ‘ihdine’s,sırâte'l-müstekîm’: "Yâ Rabbi bizi doğru yola eriştir" niyazıyla yine hu-zûr-i İlâhi'ye yönelmesi gerektiğini söyler. Bu arada avam, havas ve havâssul-havâssına kadar bütün müminlerin mertebelerinin, istek ve arzularının birbirinden farklı olduğundan istirhamlarının da umûmî bir noktaya münhasır bulunmadığının aşikâr olduğunu, dolayısıyla avamın sırat-) müstakîm'den zaiıir şeriatı, havasın şeriat ve hakikati, Peygamber'e vâris olma makamına ulaşanların ise, irşâd ve da'veti anladıklarını ifade eder, Yani herkesin kendi anlayışına göre Cenâb-ı Hak'dan istirhamda bulunacağını anlatır. Binâenaleyh bu âyet-i kerime enbiyâ, evliya ve gösterişten uzak bir mü'minin yolu manasına olan, 'sırâtellezîne en'amte 'aleyhim': "nimete erdirdiğin kimselerin yolana eriştir" âyeti ile bunun gibi Yahudi ve Hıristiyanların yolundan başka bir yol demek olan 'ğayri'l-mağdûbi 'aleyhim ve le'd-dâllin'; "Gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir" âyet-i celîlesiyie tavsif edilerek anlatılan yollann ve mertebelerin hepsi yerli yerince ifa edilmiş olur"219 diyerek tercümesini nihayete erdirir. Es'ad Efendi tercümesinin sonunda ise Allah Teâlâ Hazretleri'nin zâtını bak-kıyle bilmenin mümkün olmadığı gibi, Fatiha-i Şerîfe'nin ihtiva ettiği esrar ve nükteleri de bakkıyle bilmemizin mümkün olmadığını dile getirdikten sonra Fahreddin Razî'nin tefsirinde dikkatini çeken nüktelerden birini nakleder: "Fatiha-i Şerife, Allab Teâlâ'nın sıfatlarından olan Ulûbiyyet, Rubûbiyyet. Rahmâniyyet, Rabîmiyyet, Mâlikiyyet gibi beş sıfatı şâmil olup, mahlukâtın sıfatlarından da ubûdiyyet, istiânet, taleb-i hidâyet, recây-ı istikâmet, istirhâm-ı nimet gibi bes sıfatı bir arada toplamışdır. Ubûdiyyet Ulûhiyyete, istiânet Ru-bûbiyyete, taleb-i hidâyet Rahmâniyyete, recây-ı istikâmet Rahtmiyyete, istir-bâm-ı nimet Mâlikiyyete tekabül edince nükle-i hikmet ve şâbid-i illiyyet ve maluliyet kemâliyle arz-ı cemâl eyler".220 Râzîden alınan bu ifadeler oldukça derin manalar ifade etmektedir. Kısaca belirtmek gerekirse 'UlûhiyyeC Allah Teâlâ'nın kulluk, saygı ve tazime en lâyık yegâne varlık olduğunu bildiren bir sıfatıdır. Ubûdiyyet ise kuldaki güçlü bir varlığa bağlanma, onun önünde boyun büküp yerlere kapanma, saygı duyma vasfını dile getirir. Rubûbiyyet Allah'ın bütün varlı klan yaratıp onları tedricen yetiştirmesi ve bu aşamalarda ber türlü ihtiyaçlannı gidermesi anlamını taşırken istiane! kulun maddî-manevî ihtiyaçlarının giderilmesinde güçlü bir varlıktan yardım talebinde bulunmasını ifade eder. Rahmâruyyet Yüce Allah'ın oldukça merhametli olduğunu, dünyada mü'min kâfir ayınmı yapmadan bütün yaratıklara merhamet ettiğini açıklarken taleb-i hidâyet kulun o yüce merhamet sahibinden kendisini kafir olarak bırakmayıp hidayete erdirmesi talebinde bulunmasını izah eder. Rahîmiyyet de yine Allah Teâlâ'nın oldukça merhametli olduğunu ve Özel likle mü'min kullarına daha çok merhamet ettiğini bildirirken, recây-ı istikamet, mü'minin Allah'ın bu vasfına dayanarak sürekli istikamet üzere olmayı O ridan talep etmesini dile getirir. Mâlikiyyet ise Allah'ın bütün mülkün ve nimetlerin yegâne sahibi olduğunu bildiren bir sıfattır. İstirham-ı ni'met ise kulun Allah'tan ni'met talebinde bulunmasıdır. Dolayısıyla Allah Teâlâ'nın bu sıfatlarıyla kuldaki bu sıfatlar birbirine tekabül etmekledir. IV. Değerlendirme Es'ad Efendi'nin âyetleri yorumlama yaklaşımını şu şekilde değerlendirmemiz mümkündür: Es'ad Efendi'ninKur'ân Kerim ile oldukça derin bir gönül bağ! bulunduğu, düşünce ve bilgi dünyasına Kur'ânı bakış açısının hakim olduğu ve fikirlerini âyetlerin işareti doğrul tuşunda ortaya koyduğu görülmektedir. Olayları Kur'ân-insan-hayat ilişkisi içinde açıklamada ufkunun oldukça geniş olduğu anlaşılmaktadır. Yazılarına konu edindiği âyetler, genellikle Allah'ı zikir, teşbih, Allah'a dönüş, yöneliş, ibadet, itaat, muhabbet, Allah'ın azameti, Easûlullah (s.a.v.)'a muhabbet, ittiba, mürşide ihtiyaç, sadıklarla beraber olma, rabıta, tevessül, istiâne, insanın mükerremliği, ilim, ilmiyle âmil olma, mücâhede, nefsi tezkiye vs. gibi özellikle tasavvuf! ve ahlâkî konularla ilgilidir. Bu âyetleri yer yer aynı manayı açıklayan diğer âyetlerle, Hz. Peygamber (s.a.v. )'in hadîs I eriyle ve sahabe sözleri ile yorumlamıştır. Yorumlarında bir taraftan Fahreddin Râzî gibi dirayet yönü ağır olan tefsirlere, diğer taraftan da Bahru'l-Hakayık gibi güvenilir işâri tefsirlere dayanmış, ayrıca lügat kaynaklarını da kullanmıştır. Âyetleri ehl-i sünnet anlayışına uygun, ifrat v tefritten uzak olarak gayet makul ölçüler içinde yorumlamış, bir kısım sufilerde rastlanan herkes tarafından anlaşılması zor tevillere girişmemiş, bütün açıklamalarında Şeriat ölçülerine uymayı temel gaye edinmiştir. Dipnotlar: 1 Erbilî, Muhammed Es'ad, Risâle-i Es'adiyye ve Fâtiha-i Şerife Tercümesi, İstanbul 1986, ss. 6-7. 2 Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliya, Sii ley maniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, No. 2306, e. II, ss. 191-192 Ayrıca bkz. Yılma?, Hasan Kamil, Altın Sifcife, İstanbul 1994, s. 210; aynı müellif, 'Es'ad Erbilî' maddesi, TDVİA, İstanbul 1995, c. XI, s. 348, 3 Hüseyin Vassaf, ag.e., c. II. s. 192; Yılmaz, a.gc, ss. 210-211; DİA, c.XI, s. 348. 4 Bkz. Yılmaz, Alim Silsile, s, 211. 5 Bkz İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, İstanbul trs., c. IX, s. 2155 6 "Millet Meclisinde Tekye Müzâkeresi", Mııbibbân, 2. Sene, nu. 6, s 151, 7 Kara, İsmail, "Tarikat Çevrelerinin İttihat ve Terakki ile Münasebetleri", Dergâh (Edebiyat Sanat Kültür Dergisi), Eylül 1993, c. IV, S. 43, s. 14. 8 Bkz. Mehmed Es'ad, "Makâle-i Mahsûsa", Beyânû'l-Hak, 1/17, ss. 371-372, 2 Muharrem 1326; "Cemiyet-i Suriye", Tasavrııf, 9Yılmaz, Allın Silsile, s 211; Aibayrak, Sadık, Yürüyenler ve Sürünenler, İstanbul 1991, s. 193. 10 Bkz. Carl Vett, KelâmıDergâhından Hatıralar, çev. Ethem Cebecioğlu, Ankara 1993, ss. 67, 172, 173- 11 Bkz. Yılmaz, a.g.e., s. 212. 12 Bkz Albayrak, Sadık, a.g.e., s 193; aynı müellif, Son Deı>lr Osmanh Ulemam, İstanbul trs, c III, s. 202; Kısakiirek, Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumlar!, İstanbul 1969. s 200 13 Hüseyin Vassaf, Sefltte-i Evliya, c. II, s 196. 14 Albayrak, Sadık, Son Devir Osmanh Ulemast, c. III, s 201. 15 Kısakürek, Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s. 203; Tasaıvuf, 16 Bkz. Yılmaz, H. Kamil, "M. Es'ad Erbilî", Altın Silsile, ss. 222-223. 17 Bkz. Erbilî, Risâie-i Es'adiyye tv Fâtiba-t Şerife Tercümesi, ss. 57-62. 18 Bkz. ez-Zerkânî, Muhammed Abdülazim, Menâbth'l'i-jrfân, Mısır trs., c. II. s. 12; ez-Zehebî, Muhammed Hüseyin, nı-Tefsfr ıv'l-Müfesirün, Kahire 1961, c. 1,55 130-131; Cerrahoğlıı, İsmail, Tefsir Usfılû, Ankara 1979. s. 228. 19 Bkz. Itr, Nureddin, MuhâdarâtJ? lHûtni'l-Ktır'ân, Di mask 1990, s 138: Gümüş, Sadreddin, Kuran Tefsirinin Kaynaklan, İstanbul 1990, s. 32. 20 el-Mâ ide/48. Not: Ayet meallerini, M.Ü. İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden bir heyet tarafında yapılan meal çalışması başta olmak üzere değişik meallerden istife ederek ve kendi katkılarımızı da ekleyerek yapmaya çalıştık. 21 Erbilî, M. Es'ad, Rtsâfe-i Es'adiyye, ss. 9-10. 22 3 Âli îmran/31 23 Erbilî, a.g.e., s. 10. 24 57 el-Hadîd/1. 25 21 el-Enbiyâ/22. 26 Erbilî, Mektûbât, s. 20. Not: Es'ad Efendi'nin yorumları orijinal şekilleriyle değil sadeleştirilerek verilmiştir. Bu sadeleştirmede ise H. Kami! Ytlmaz ve irfan Gündüzün Mektûbât\3. ilgili sadeleştirmelerinden büyük oranda istifade edilmiştir. 27 Erbilî, Mektubât, s. 20. 28 39 ez-Zümer/54. 29 Erbilî, Risâle-l ETadiyye, s 18. 30 Aclûnî, Kuğu 1-Hafâ, c. II, ss. 43-45. 31 Aynı eser, c. I, s. löO. 32 Aynı eser, c. II, ss. 64-65. 33 Aynı eser, c. I, s. 36. 34 49 el-Hucurât/J3. 35 Erbilî. Mektnbâı. s. 78. 36 Aclûnî, Keşfıı 1-Hafâ, c 1, s. 193 37 23 el-Müminun/l-2. 38 Erbilî, Mektûbât, s. 58. 39 Kaynağını bulamadım. 40 5 el-Mâ ide/2. 41 Erbilî, Risâle-i E&'adiyye, ss, 30-39. 42 Aclûnî, a.g.e., c. I, s. 422. 43 18 el-Kehf/95. 44 Buhârî, İstiskâ, 15; Feda il ti'I-Aslı âb, 62. Bkz. Erbilî, Risale-i Es'adix\ 45 60 el-Mümtehine/12. 46 Erbilî, Meklûbât, ss. 41-43. 47 ez Zehebî, el-TeJstr m l-Müfesirûn, c. I, s. 255-, Cenatıoğiu, Tefsir Usûlü, s. 307. 48 17 el-İsrâ/70. 49 Erbilî. Meklûbât, s. 6. 50 51 eZ-2Â riya t/56. 51 Erbilî, Meklûbât, s. 262. 52 9 et-Tevbe/111. 53 Erbi]î, MektilMt, s. 12, 54 3 Âl-i İmran/104. 55 Erbilî, Mektuba), s. 14. 56 Aynı yer. 57 3 Âl-i îmran/110. 58 Erbilî, Mektuba!, s. 350, 59 14 İbrahim/7. 60 14 İbrahim/7. 61 Erbilî, a.g.e.s. 112. 62 14 İbrahim/34. 63 Erbilî. a.f>.e, s. 144. 64 3 Âl-i İmran/103. 65 Erbilî, ag.e., ss 393-395. 66 49 el-Hucurat/10. 67 Erbilî, Mektûbât, s, 34. 68 Aynı yer 69 Erbîlî, Mektûbât, s 30 70 29 el-Ankebût/45. 71 23 el-MÜ'minün/l-2. 72 Erbilî, Meklûbât, s. 58. 73 Bkz. 114en-Nâs/1-6, 74 Erbilî, a.g.e., s. 54. 75 36 Yâsîn/60. 76 9 et-Tevbe/119. 77 Aclûnî, Kegn'l-Hafâ, c. [I, s. 240. 78 Erbilî, a.g.e., ss. 52-54. 79 66 et-Tahrîm/6, 80 55 er-Ralımân/46. 81 Erbilî, Mektûbât, s. 34. 82 3 Âl-i İmran/185. 83 Erbilî, a.g.e., s, 38. 84 2 el-Bakara/l56. 85 Erbilî, a.g.e., s. 290. 86 26 el-Şu'arâ/88-89. 87 Erbilî, a.g.e., s. 38. 88 22 el-Hacc/2. 89 Erbilî, ng.e., s. 124. 90 20 Tâhâ/82. 91 31 Lokman/33. 92 Erbilî, MeMûbât, s. 138, 93 Bkz. Ateş, Süleyman, Sülemi ve Tasavvufi Tefsiri, İstanbul 1969, ss. 1-28; aynı müelllif, İşâri Tefsir Okulu, Ankara 1974, s. 28 94 5 el-Maide/48. 95 Bkz. er-Râzî, Falıreddin, Mefât'ibırl-Gayb, Beyrut trs, c. XII, s. 2. 96 Erbilî, M. Es'ad. Risâle-i Es'adiyye. ss, 9-10, 97 3 Âl-i İmran/31- 98 Erbilî, Risâle-i Es'adiyye, s. 10. 99 39 ez-Zümer/54 100 33 el-Ahzâb/41. 101 3 Al-imran 31. 102 Erbilî, a.g.a., ss. 12-13. 103 7 el-A'râf/205. 104 59 el-Haşr/19. 105 Erbilî, Mektûbât, s. 40. 106 33 el-Ahzâb/41. 107 Erbilî, MekuVıât. ss. 68-70. 108 3 Âl-İmran/191- 109 Erbilî. a.g.e, s. 380. 110 24 en-Nıjr/37. 111 Erbilî, a.g.e., 5. 330 112 7 el-A'râf/205. 113 Erbilî, Risâle-i Es'adiyye, s 22. 114 7 el-A'râf/S5, 115 Erbilî, Risâle-i Es'adiyyve, s. 23- 116 57 el-Hadid/4 117 50 Kaf/16. 118 Erbilî a.g.e., s. 328 119 21 el-Enbiyâ/107. 120 38 Sâd/25. 121 4 en-Nisâ/58. 122 4 en-Nisâ/171. 123 Erbilî, Mektûbât, s. 82. 124 18 el-Kehf/28. 125 Erbili, Rfsâle-i Es'adiyye, s. 25. 126 9 et-Tevbe/119 127 Erbilî, Risâte-i Es'adıyyc, s. 29. Böyle bir görüş için ayrıca bkz Bursevî, İsmail Hakkı, Ruhu'l-beyân, İstanbul trs. c. I. s. 967. 128 et-Tevbe 9/119. 129 Erbilî, Mekıûbât, ss. 40-41. 131 5 el-Mâide/2. 132 Erbilî, Fisâle-i Es'adi\ye, ss. 30-39- 133 5 el-Mâide/35. 134 3 Âl-i İmran/200, 135 Erbilî, Mektııbât, s. 162. 136 5 el-Mâide/2. 137 Erbilî. a g. e., s. 44. 138 5 el-Mâide/35. 139 Erbilî, a.g.e, s. 76. 140 91 eş-Şems/9-10. 141 Erbilî, a.g.c, s. 10. 142 12 Yûsuf/53 143 Erbilî, Mekıûbât, s. 218: 144 12 Yûsuf/53. 145 Erbilî, a.g.e., s. 296 146 33 el-Alızâb/41 147 Erbilî, Risâla-i Esadiyyc, ss. 41-42. 148 el-Bakara/159. 149 60 el-Mümtehine/12. 150 Erbilî, Risâie-i Es'adiyye, ss 41-43- 151 57 el-Hadîd/l. 152 Örnek olarak bkz 62 el-Cııııs'a/1; 64 el-Teğâbün/1. 153 Erbilî, Mektûbâl. s. 20. 154 21 el-Enbiyâ/22. 155 Erbilî, Mektûbât, s. 20. 156 Muhyiddîn Arabi, yedi kat göklerin, yerin ve bunlarda bulunan taş, bitki, hayvan, insan bütün yaratıkların Allah'ı teşbih ettiğini bildiren Isrâ' sûresinin 44, âyetini yorumlarken, bütün varlıkların hem hâlen hem de kalen Allah'ı zikrettiklerini; bunlar arasında yeme içme ve diğer ihtiyaçları dikkate alarak en çok ve aralıksız taşların (cemâdât), sonra bitkilerin (nebatat), sonra hayvanların (hayvanât) Allah'ı zikrettiğini ve maddî-manevî ihtiyaçlarının oldukça çok olması sebebiyle en az zikredenlerin ise insanlar olduğunu belirtir. (Bkz. Bursevi, Rııhtt İ-Se^n, /7el-İ$râAİ4. âyetin tefsirinde) 157 57 el-Hadîd/3, 158 Erbilî. Meklûbât, ss. 21-22. 159 57 el-Hadîd/4 160 Bu ifâde ile müellif, 22 el-Hacc/47 ve 32 es-Secde/5. âyet-i kerimelere işaret etmekledir. 161 Erbiiî, a.g.e., s. 22. 162 Erbilî, Mekulbât, s. 24. 163 21 el-Enbiyâ/107, 164 47 Muhammed/7. 165 Erbilî, a.g.e., s. 8. 166 33 eI-Ahzâb/4. 167 Erbilî, a.g.e., s. 150 168 4 en-Nisâ/59. 169 Erbilî. Mektûbâı, s. 194. 170 10 Yûnus/62. 171 Erbilî, eg.e., s. 188. 172 3 Âl-i îmran/31. 173 Erbilî, e.g.e, s. 188, 174 29 el-Ankebüt/69. 175 Erbilî, a.g e., s. 188, 176 59 d-Haşr/7 177 Erbilî. a.g.e., s. 72. 178 89 el-Fecr/2S. 179 Erbilî, Mektûbât, s. 88. 180 41 Fussılet/30. 181 Erbilî, a.g.e., s. 389. 182 28 el-Kasas/88 183 Erbilî, a.g.e., s. 232. 184 5 el-Mâide/54. 185 Erbilî, a.g.e., s. 374. 186 7 el-İsrâ/81. 187 Erbilî, ag.e,s. 320, 188 Erbilî, ag.e., s, 172. 189 61 es-Saff/2-3- 190 2 el-Bakara/201 191 Eıbilî. MektüMt, s. 226. 192 Erbili, a.g.e.s. 10. 193 5 el-Mâide/2. 194 48 el-Feth/ll. 195 Erbilî, a.g.c. s. 330 196 52 et-Tur/l-3 197 Erbilî, a.g.e., s. 405 198 19 Meryem/12. 199 Erbiiî, a.g.e., s. 426. 200 7 el-A'râf/96. 201 Erbili, Mektubat, s 425. 202 17 el-İsfâ/85. 203 Erbilî, ag.e.. s. 242 204 7 el-A'râf/155. 205 Erbilî, a.g.e., s 260. 206 Erbilî, ag.e., s. 104. 207 53 en-Necm/39. 208 9 et-Tevbe/82. 209 Erbilî, a.g.e., s. 200 210 7 el-A'râf/28 211 4 en-Nisâ/100. 212 Erbilî, Mekt.Übâl, s. 376. 213 15 el-Hicr/99. 214 Erbilî, a.g.e., s. 378 215 31 Lokman/34. 216 Erbilî, a.ge, s. 194. 217 Tercüme, bir sözün manasını başka bir dilde dengi bir tabir ile aynen ifade etmektir Dolayısıyla bir dilden başka bir dile tercüme yapılırken sözün bütün mana ve maksatlarına dikkat etmek gerekir. İki türlü tercüme vardır. Birincisi harfi veya lâfzî tercüme ki, aslına benzemesi gözetilen, başka bir deyimle eş anlamlılardan bîrinin yerine konulmasını hedefleyen tercümedir İkincisi tetsirî tercümedir ki, aslına benzemesi gözetilmeyen ancak mananın güzel bir şekilde ifade edilmesine özen gösterilen bir tercümedir (Bkz, Cerralıoğlu, Tefsir Usıliû, ss. 215-216-, Turgut. Ali, Tefsir Usulü ve Kaynakları, İstanbul 1991, s. 222) 218 Burada '...' işareti arasında bulunan kısımlar Arapça metinleri, "..." işareti arasında bulunanlar da Es'ad Efendi'n in tercümelerini içermektedir. Bunların dışındaki açıklamalar ise çoğunlukla Es'ad Efendi'ye ait olmakla birlikte tarafımızdan bir kısım tasarruflarda bulunulmuştur. 219 Erbili, M. Es'ad, Risâ!e-i Esadiyye ve Fâtiha-i Şerife Tercümesi, ss. 59-61. Es'ad Efendi, aynı minval üzere Fatiha sûresinin tefsîrî tercümesine "Mektûbât" isimli eserinin 10. Mektub'unda da yer vermektedir. Bkz Erbilî, Mektûbtıl, ss 60-62. 220 Erbilî, ag.e, s. 62. Bk7. er-Râzî, Fahreddin. Mefatihu’l-Gayb, Beyrut trs., c 1, s. 185. Bibliyografya: ALBAYRAK, Sadık, Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul, ts. ——— -, Yürüyenler ve Sürünenler, İstanbul, 1991, s. 193- BURSEVÎ, İsmail Hakkı, Rûbu'l-Beyân, İstanbul, ts. -, Mektûbât, istanbul, 1983. —, Risale-i Es'adiyye ve Fatiba-i Şerife Tercümeli, İstanbul, 1986. , Tevhid Risalesi Tercümesi, İstanbul, 1337. İBNÜLEMİN, Son Asır Türk Şairleri, İstanbul, rs. KARA, İsmail, Tarikat Çevrelerinin İttihat ve Terakki ile Münasebetleri", Dergâh (Edebiyat Sanat kültür Dergisi), Eylül K1SAKÜREK, Necip Fazı), Son Devrin Din Mazlumları, İstanbul, 1969. Melımed Es'ad, "Makale-i mahsusa", Beyanü'l-Hak, 1/17, 2 Muharrem 1326. "Millet Meclisinde Tekye Müzakeresi", Muhibban, 2. Sene, nu, 6, s. 151, er-RÂZÎ, Fahreddin, Mefâtîbu 'l-gayb, Beyrut, ts. Tasavvuf Mecmuası, İstanbul, 1307. TURGUT, Ali, Tefsir Usûlü ve Kaynakları, İstanbul, 1991. VASSAF, Hüseyin, Sefine-i Evliya, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazına Bağışlar, No. 2306, II, 191-192. VETT, Cari, Kelâmı Dergâhı'ndan Hatıralar, (Çev. Ethem Cebecioğlu), Ankara, 1993 YILMAZ, Hasan Kamil, Altın Silsile, İstanbul, 1994. -, TDVİslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1995, 'Es'ad Erbilî' maddesi. ez-ZEHEBÎ, Muhammed Hüseyin, et-Tefsîrve'l-müfesirûn, Kahire, 1961. e2-ZERKÂNÎ, Muhammed Abdülazim, Menâhilü'l-irfân, Mısır, ts. |
Bu Makaleye Ait Eleştiri Makaleleri | |||||
|